28 Aralık 2010 Salı

Vazgeçtim

frida'dan diego'ya;

"kötü günümde yanımda olmadığın zaman vazgeçtim.
canın sıkıldığında benimle paylaşmadığını, kırılacak veya tedirgin olacak olsam bile düşüncelerini açıkça söylemediğini anladığım zaman vazgeçtim.
bana yalan söylediğini anladığım zaman vazgeçtim.
gözlerime baktığında kalbinle bakmadığını ve bana hala söylemediğin şeyler olduğunu hissettiğimde vazgeçtim.
her sabah benimle uyanmak istemediğini, geleceğimizin hiçbir yere gitmediğini anladığım zaman vazgeçtim.
düşüncelerime ve değerlerime değer vermediğin için vazgeçtim.
ağrılarımı dindirecek sıcak sevgiyi bana vermediğinde vazgeçtim.
sadece kendi mutluluğunu ve geleceğini düşünerek beni hiçe saydığın için vazgeçtim.
tablolarımda artık kendimi mutlu çizemediğim ve tek neden “sen” olduğun için vazgeçtim.
bencil olduğun için vazgeçtim.

bunlardan sadece bir tanesi senden vazgecmem için yeterli değildi, çünkü sevgim yüceydi.
ama hepsini düşündüğümde senin benden çoktan vazgeçtiğini anladım.
bu yüzden ben de senden vazgeçtim."

19 Aralık 2010 Pazar

Sıfır Noktası

sıfır noktası aynı zamanda tümleyeni üçyüzaltmışın.
sıfır noktası hem hiçlik hem heplik demek
hem yokluk hem çokluk demek
hem son hem başlangıç demek
dilimin yetmediği kadar çok şey demek sıfır noktası.
yaklaştıkça sona...
döngüsel demek.
zamanın içinden geçemiyor.
zaman kendi kendine ilerliyor..
sıfır noktası uzaklık ve yakınlıkı da tanımlıyor.
ortada bir yerde durabilmek gerek..!
hayat da zaman da bunu bekliyor...

17 Aralık 2010 Cuma

Spray to Forget

Gerçek olması için tanrıya yalvarılacak kadar güzel buluş..


  Hayatımın birçok evresinde çok kötü şeyler yaşadım ben! Ancak bunu kötüler için
değil bir daha yaşayamayacağım kadar güzel şeyleri unutmak için istiyorum..


13 Aralık 2010 Pazartesi

Çok entelim çok!

http://pingywebedition.somee.com/ bu site kimdir necidir bilmem ama benim blogu önermiş! Dünya çapında sevilen insan olmuşum haberim yok :) işin garibi diğer önerdiği üç site arkeoloji, din ve tarih üzerine.. bugüne bugün bilimsel insanım çokta haklılar tabi :) Türkiye ve Amerika'dan sonra en çok ziyaretçi aldığım ülkelerde Endonezya ve Filipinler  işte fakir edebiyatı diye buna derler :)

11 Aralık 2010 Cumartesi

Bunu unutma, hatırla ama..





  Boğazıma dizilen ya da dilimin ucunda diye yıllarca biriktirdiğim kelimelerden, bir yazı hazırladım kendime.. Yazı aklımda, kelimeler dilimde, tuşlar elimin altında ama düşmüyor hikaye şu sayfaya, ne olduysa yazılmıyor çok yazılası olan bu ruh hali..

 Ben korkardım eskiden birilerinin hayatında yer etmekten ve birinin hayatından kovulduğum zaman kızardım, birinin hayatında yer etmekten korktuğuma.. Çünkü kovulduğum her insan yer etmişti benim hayatımda ve bundan hiç korkmamışlardı.. Zaten ben kimsenin hayatında yer edemem ki o kadar iz bırakabilen bir insan değilim, olamamda!
Tek düzeyim ben, birazda sığ bir karakter.

  Kendini, kendi hayatında karakterleştiren biriyim işte. Başkalarının hayatlarında bir karakteri oynayabilirsin ama kendi hayatının başrolü olmak zorundasın. Gel gör ki kendi hayatının başrolünü bile başkalarının çizdiği karakter olarak oynuyorsun.. Kendi hayatında bile bütün başroller kapılmış ve bütün yan karakterler sensin..

  Biri bana dedi ki sanma ki sen herkes gibisin, sanma ki geldin biraz mutluluk çokça sıkıntı verdin gittin. Ben hep sandım ki güzel bir yazdım ve yerimi bahara bıraktım.. Dedi ki sen en güzel yazdın ve hep öyle kalacaksın. Sevinemedim ben buna, ben ne yaz olmak istemiştim ne bir ilkbahar ne de bir başka mevsim.

  Ben zor sevdim seni sevgili! Şimdi daha zor sevmelerim.. Şimdi kimi sevsem sen diyemem. Çünkü kimse sen değil. Ben artık kimseye seni seviyorum diyemem. Keşke yine sen olsan seni sevsem..

Ben bunları yazarken bunu dinledim..

2 Aralık 2010 Perşembe

Öneri

Bu sıralar güzel müzikler dinliyorum severek,
Yeni şeyler dinlemek istersiniz belki diye size de(dahi anlamındadır inşallah) öneriyorum..
Pek tabi progressive rock müziği çok sevdiğimi bildiğinizi tahmin ederek..






































30 Kasım 2010 Salı

-de -da

Dahi anlamına gelen  -de -da eklerinin ne zaman dahi anlamına geldiğini bilmediğimden olsa gerek..
-de -da ları ayıramıyorum ait oldukları kelimelerden.
ve bunu siz dahi anlamıyorsunuz...

28 Kasım 2010 Pazar

somewhere over the rainbowl

başımın üstünde bulut

gözlerinin geçtiği  bulutlarda gezinir ruhum

bulutlar
bulutlar ki
köpük olup
yok olursa diye
dokunamam korkumdan

bilirim olurlar

bir sokaktan iner gibiyim
kokusuna ulaşır gibi denizin

indikçe içime çeker gibiyim
çektikçe yaklaşır gibi sona

adını unutmaya aldım
hatırladıkça geri sardım

bilerek değil

her defasında hatırladım
 
 
     mor kedi

Taslaklar

09.10.2010

Kendimizi ne kadar çok tanıyoruz sorusuna takıldım bu seferde.. Neyi ne kadar iyi yapabiliyoruz, biliyor muyuz? Ya da neyi ne kadar yapamıyoruz? Hangi filme ne kadar ağlarız, kime neye güleriz, ne zaman heyecanlanırız? Aslında bunlar kolay olan sorular, zor olan ise; baskı altındayken

23.10.2010

Her yeni güne zamasınzlıkla başlayanlar var bir de parasızlıka..

28.10.2010

   Anlatmak istediklerine giriş cümlesi uyduramayanlardanım biliyorum. Ya tanım yapıyorum giriş cümlemde ya da karşılaştırma. Konunun özüne inmek gibi biraz ama aslında değil!

19 Kasım 2010 Cuma

Bir kez ve çok kez..

Yazmak isteyip yazamadığım akşamlardan bir tanesi daha bu da kayda geçilsin..
Çokça ve sıkça yazamıyorum ben..

18 Kasım 2010 Perşembe

Beş Paragraflık Hayat

Yalnızlıkla alıp vermediğimiz çok ya bizim
Hani lanet okuruz ya hep yalnızlığa.
Sevgilimiz yok ya bizim,
Her sessizlikte kendi elimizi tutuyoruz ya,
Kendimize sıkı sıkı sarılıyoruz ya!
Bu sefer öyle değil işte!


  Evet bu sefer öyle değil işte, benim için hiçte öyle olmadı zaten! Ben her arkamı dönüp baktığımda kocaman bir boşluk gördüm. Kimseye koşup sarılamadım, ağlayamadım omzunda kimsenin. Belkide kimseye ağlanılacak bir omuz olamadığım içindir. Belkide bambaşka birşeydir.

  Ben sizin sevildiğiniz kadar sevilmedim. Sevilmemek için çok da iyi nedenlerim vardı belki bilmiyorum. Neyse suçum, neyse hatam siz yaptırdınız bana.. Çünkü siz yetiştirdiniz beni. Beni ben yapan sizdiniz. Beni öfke içinde büyüten, olmamamı canı gönülden isteyen. Olduğumu gördüğünüzde olmamışım gibi davranan...

Sahibinden satılık bir çocuk gibi büyümek,
Bir ederin, bir pahan olduğunu bilmek,
Fiyat etiketi koparılmamış bir hayatı yaşamak,
Önce zor, sonrasında sıradan...

?

Ne olduğunu bildiğini sanıyor musun?
Kimi, ne kadar sevdiğini biliyor musun mesela?
Biliyor musun ne kadar sevildiğini?
En çok kim seviyor seni tahmin edebiliyor musun?
Hiç yanılıyor musun tahminlerinde?
Seni en çok sevenin dahi, her gün her an sevdiğine inanıyor musun gerçekten?
Seni seven herkesi seviyor musun sende?
Peki ya sevmeyenleri de sevebiliyor musun?
Sevmeyenlerde seni sevsinler diye şirin gözükmeye çalışıyor musun?
Başarabiliyor musun peki?
Sanıyor musun ki iyisin, güzelsin?
Güzelliğin ne kadar çirkin farkında mısın?
Çirkinliğinden hoşnut musun?

Gerçekten sen bu musun?

14 Kasım 2010 Pazar

Tut Yüreğimden Ustam


Tuncel Kurtiz - Tut Yüreğimden Ustam


Tut Yüreğimden Ustam
Ustam!
Aklım firarda.
Gözbebeklerimde müebbet hüzün,
Dilimde ay kesiği bir yara,
Düşüm kırık dökük,
Umudumun boynu bükük,
Bir öksüzün omuzlarında sukut.
Yüreğim sana emanet sıkı tut.
Tut ki; kancık pusulara düşmesin.
Bir hain kurşunu gelip deşmesin.

Ustam,
Ne zaman o senin bildiğin zaman,
Ne sevda gördüğün masallardaki.
Eskiden,
Halı tezgahında dokunurdu aşklar,
Nakış nakış, körpe kız ellerinde.
Mendillere yazılırdı isimler,
Yüreklere kazılırdı gizlice.
Sevdalılar asil ve de yürekli
Sevdalar, kavgalar iki kişilik.
Oysa şimdi;
Çorak gönüllere ekiliyor sevdalar seher vakitlerinde.
Meşru sevdalardan,
Gayrı meşru acılar doğuyor kundaklara,
Günahkar gecelerden.

Beni herkes sevdaya asi sanır,
Oysa aşk, beni nerde görse tanır,
Hasret tanır,
Zulüm tanır,
Ölüm tanır,
Yüzüm yüzümden utanır.

Yorgunum ustam;
Ne katıksız somun isterim senden,
Ne bir tas su,
Ne taş yastıkta bir gece uykusu.
Var gücünle asıl sükunetime,
Çığlığım kopsun,
Uzat ellerini güneşe dokun,
Uyandır uykusundan,
Tut yüreğimden ustam tut,
Tut beni, sür güne…


Şiir Serkan Uçar'a, seslendirme Tuncel Kurtiz'e aittir.

Dreamer

Yeni bir hayalin ucundan tutarken insan, yıkılan diğer hayallerin ucunu bırakır mı?
Bir hayal kurarken, bir diğerini yıkar mı?
Peki bir hayal gerçek olsa, kaç hayal yalan olur?

Dün akşam bir hayalperesttim rüyamda..
Çok hayal kurdum, az gerçek gördüm.
İşim gücüm bir gerçek içinde düş görmekti..

10 Kasım 2010 Çarşamba

Kime göre, neye göre?

Kim derdi uzun yollar yürürken,
Kimsenin önemsemeyeceği manzaraları tapar gibi izleyeceksin!
Kim bilebilirdi çirkini güzelden daha çok seveceksin.
Ve kimdi çirkin, kimdi güzel?
Anladım ki çoğu anlamsız güzel, kimi anlamlı çirkin!
Ya ben?
Hem gereksiz, hem çirkin!
Sonrasında bitkin...

1 Kasım 2010 Pazartesi

Acılı Karışık

Mezesi rakısına karışmış bir sofra.
Rakı mezesine küsmüş,
Sofranın tadı kaçmış.
Keder hüzne yanaşmış.
Hüzün, kürdi hicazkar kadar yalnız.
Yalnız "bu ne hal?" denemeyecek kadar halsiz!

                                                   27.10.10

31 Ekim 2010 Pazar

-mış gibi!

  Aşk dedi; hiç beklemediğin bir anda, hiç beklemediğin birine kendinden çok değer vermek. Onca yalan arasından birkaç doğruyu seçip ona inanmak. Aslında inanmadığın yalanları, inandığın doğrulardan daha çok sahiplenmek.

  Aşk dedi; alkolsüz bir anda alkollü birini alttan almak gibi. Bile bile lades demek gibi birazda. Çirkin bir bedeni hayranlıkla izleyebilmek. Sevmediğin tarzda müzik dinlemek gibi. Bütün herşeye -mış gibi yapmak işte...
   Peki ya sevmek dedim?
   Siktir et dedi...

                                                                                                                27.10.10


23 Ekim 2010 Cumartesi

İlk tercihim yalnızlık!

    Bir seçenek var önümde, uzun zamandır değerlendirilmesi gereken. Hani tozlu raflarda beklemiş yıllarca derler ya öyle birşey işte.  Bilmiyorum ne kazanırım bana sunduklarını seçsem. Peki ya ne kaybederim elimdekilerden vazgeçsem.
    Kaybetmekten korkmuyorum aslında bunu biliyorum. Her gün gittiğim yoldan değilde bir diğerinden gitsem bugün. Dönsem baksam geriye, ne bırakmışım diye.. Göreceğim tek şey ayak izlerim olur biliyorum. Benim için elimdekilerden vazgeçmek diye bir seçenek yok biliyorum. Elimde olanları düşünyorum, iş mi, para mı, çok sevdiğim biri mi yoksa aile mi? Sanırım hiçbirine sahip değilim. Her seçmek bir vazgeçmek diyorlar ya bunu söylerken benim gibilerden haberdar olmamaları kötü olmuş kanımca. Zira tezlerini çürütmekten başka bir işe yaramıyorum.
    Ne zor şey birçok kişi için kalmayı ya da gitmeyi seçmek! Benim içinse gitmeyi seçmek o kadar kolay ki..
Elimde olmayanı kollamak kadar saçma birşey yok. Ama biliyor musun ne var İstanbul; sende bana dair hiçbişey yok. Evet lafım sana İstanbul; bekleme beni gelmiyorum. Çıkmıyorum köprünün üzerine ve bağırmıyorum "Sen mi büyüksün, ben mi?" diye. Çünkü biliyorum sen büyüksün İstanbul! Sanma ki savaşmadan bıraktım, pes ettim, vazgeçtim. Çünkü biliyorum ki uğruna savaşılacak kadar güzel değilsin! Elimdeki hiçbir şeyden vazgeçilemeyecek kadar değersizsin hatta! Biliyorum kimse vurmadı bunları yüzüne. Birde benden aldığın bir mutluluk var İstanbul, bırak dönsün bana artık.

17 Ekim 2010 Pazar

Unutmadığını unutturmak!

    I
  Sen bir "yeter artık bırak şunu elinden"den ibaretsin. Senin önemini bir başkaları belirler olmuş sevdiğinin hayatında ve sen onlar izin verdiği sürece varsın sevdiğinin hayatında. Gözünde uykusuzluk uyurken, sen sevdiğini düşünürken. Bilmezsin o izin bekler başkalarından seni düşünebilmek, hatırlayabilmek için.

   II

  Birde özlemler var hala ve hala! Mutlu günlere özlemler. Seni özleyenlere özlemler. Az önceyi unutup, yıllar önceki sarılmayı hatırlayanlara özlemler.

  III

 Ve böyle birşey duymayı özleyen var. Uyuyamadığına sevinen. Duyduğuna öykünen, o an sürdükçe sürsün isteyen.

  IV

 Uykusuz bir gece, gecede bir uykulu. Bir yanda hayal kırıklığı, bir yanda unutamadığını, unutmaya çalıştığını unutturan bir cümle.

 V

 I+II+III+IV/II=V

15 Ekim 2010 Cuma

istedim ki bu akşam birşeyler yazayım. bunu yazabildim ancak! güle güle okuyun istedim...

11 Ekim 2010 Pazartesi

Bekleyememek!

özdemir asaf bir kitabında diyor ki;  bekle dedi gitti ben beklemedim, o da gelmedi... ölüm gibi bir sey oldu ama kimse ölmedi...

  Bu tip beklemeler var hepimizin hayatında, zor beklemeler bunlar. Beklemediğimizi beklemeler! Beklemediğimizi zannederek beklemeler ya da. Beklenen her seferinde farklıda olsa hep sıkıcıdır beklemeler.
Bazen mutluluğu bekleriz öylece hiç birşey yapmadan, bazen birini bekleriz, bazen mektup, bazen otobüs ve biliriz ki geç kalır her beklediğimiz şey. Belki ben sana geç kalırım belkide sen bana. Ya istediğimiz zaman mutlu olamayız ya da olduğumuzda mutluluğa sahip çıkamayacak kadar yorgun oluruz.
 
  Bütün beklemeler sıkıcıdır evet. Sıkıcıdır çünkü öyle oturur bekleriz sadece.


BEKLEMEK

Gözler önünde işte
Gittikçe arınıyorum kendimden
Her giden güzelleşir
Gidiyorum güzelleşmek için
Unutulsun diye çirkinliklerim
Gelecek birisi güzeldir
Gelince güzel değil
Hele gelmişse çirkin
Yaşam, ölüm gelecek diye güzel
Ey güzeller güzeli beklediğim
Kaç saatim, kaç dakikam ya da saniyem
Artık ne gelmek ne de gitmek
Yaşamın en zor yanı beklemek
Hiçbirimiz beklemedik doğmayı,
Doğduğumuzdan beri beklediğimiz
ÖLMEK

                       AZİZ NESİN

4 Ekim 2010 Pazartesi

Ne gitmek? Kim kalmak? Kaç özlemek?




  Bazı sorular var ne cevap versen doğruyu bulamadığın. Cevabını tek bir kişinin veremeyeceği sorular. Tek başına altından kalkmayacağın yükler gibi.. Hani biri bir el atsa ne kadar kolaymış aslında diyeceğin şeyler. İki kişilik hayatlar işte.. İki kişilik soruları tek bir kişiye sorarsan alabileceğin tek yanıt sana soru olarak geri dönecektir.
  Özlemek, sevmek, affetmek, güvenmek gibi şeylerin elle tututlur bir ölçü birimi yok ne yazık ki! Bu yüzdendir ki ne kadarını, kim kadarını hiçbir zaman tam olarak bilemeyiz ve yine kimin bizi tam olarak ne kadar sevdiğini, bize ne kadar güvendiğinide . Ya sevmiyordur ya seviyordur ya da çok seviyodur, ya güvenmiyordur ya güveniyordur ya da çok güveniyordur. Ne yazık ki bizde duygular sadece üç seviyeyle ölçülebiliyor. Olmalıydı mutlaka bir yerde sevginin, güvenin, korkunun bir ederi, pahası olmalıydı. Bu gibi duyguları ancak kıyasla anlatabiliyoruz ne yazık! Ahmet'i Mehmet'ten daha çok sevmek kadar anlatabiliyoruz sevgimizi. Sana ondan daha çok güveniyorum diyebiliyoruz sadece ya da yılandan daha çok korkuyoruz köpekten korkumuza oranla.
  Her yeni sevgilimize onu bir öncekinden daha çok sevdiğimizi söylüyoruz. Peki ya bir tavan noktası yok mu bu sevgi denen şeyin. Çok düşündüm bu sevginin, korkunun, güvenin ve bunun gibi ölçülemeyen birçok şeyin üzerine. Yani o kadar ki yazıyı bile aruzla, hece ölçüsyle ölçüyoruzda neden duygularımızı ölçemiyoruz, tartamıyoruz..
  Benim en korktuğum diyalog ise şu;

- Beni seviyor musun?
-Tabikide seviyorum..
-Ne kadar seviyorsun mesela?
-Hayal bile edemeyeceğin kadar çok...

  İyi ama sen zaten "seni çok seviyorum" desende ben onu hayal edemiyorum ki? Ben hayal edebileceğim ölçü birimlerinden bahset istiyorum. Ben istiyorum ki aşkta herşey ölçülebilir olsun.. Bana kimse kucak dolusu öpcük getirmesin mesela çünkü ben kucağım ne kadar çok öpücük alır bilmiyorum. Kimse bana "ben senin kadar duygusal değilim" demesin. Çünkü bende bir başkası kadar duygusal değilim. Hal böyle olunca seni kendimle mi yoksa olamadığım o insanla mı kıyaslamalıyım bilmiyorum.
  Peki ya sevgi anlayışı denen şey? Seninle sevgi anlayışımız farklı diyenlere soruyorum. Bu sevmek işi sözlükte her karakter için farklı mı tanımlanıyor? Artık kimse;
- Sevdim ulen işte ötesi yok
demiyor mu? Artık herkes kafasına göre mi seviyor?

Çapını bilme meselesi;


25 Eylül 2010 Cumartesi

acele et kaçıyor tren, otobüs, hayat. Kaçmasın istediğin herşey kaçıyor işte. Bugün dün kaçırdığın şeyler için üzülürken yarın bugünkülere üzülürken buluyorsun kendini ama yinede acele etmemek lazım hiçbirşeye. yetişemeyeceğin kadar hızlı olabiliyor bazı şeyler.

Bu kaçınıcı son?



  Her sene aynı baharın sonunu mu yaşıyoruz yoksa her yeni bahar bize sonmuş gibi mi geliyor bilmiyorum! Bir kapı aralığından bu senenin sonbaharı görüyorum sanki. somurtuyor yine başı önünde ve herkesi kendisi gibi mutsuzluğa çağırırcasına bir hali var her zaman ki gibi.
  Ama bu sefer değil sonbahar her gelişinde benide kendine benzettin, yazın getirdiği bütün mutlulukları alıp götürdün her seferinde ama bu sefer yenik düşmeyeceğim sana. O müthiş karamsarlığın beni içine çekemeyecek bu sefer. Farkında değilsin ama bu sefer çok sıkı tutundum elimdekilere ve sen çektikçe ben daha sıkı sarılacağım tutunduğum yere..


 

Purple Rain

  her defasında aynı yağmurun yağacağını bile bile bu seferki mor olsun diye geçiriyorum içimden. Gelgelelim her olmadığındada üzülüyorum. Bu yüzden çok üzgün sanır beni herkes ancak küçük bir ayrıntıyı kaçırıyor/lar-sınız. Bir gün mor yağmur yağdığında siz şaşkın gözlerle gökyüzüne bakarken, ben sizi seyredip gülüyor olacağım.

15 Eylül 2010 Çarşamba

Gülümseyin çekiyorum..

Bazen alalade bir günde, hiç hesapta yokken, çantanda dünden kalan erikler, yanında üç güzel güler yüzle yola çıkarsın.
Yanına ne kadar çok huzur aldığının farkında değilsindir. Yanındaki diğerleri gibi..

Yol üstü bakkalı denen yerler cips, çekirdek ve kola gibi tatlar katar bu hesapsız mutluluğa..

Kendimi hiç bu kadar gülerken görmediğim zamanı begeleyebilen bir an bile dahil olmuş o güne.

Başkalarını bu kadar çok güldürebildiğin anları dahi sen belgeliyorsun...

Güzel günün güzel güneşi silüetinize gölge düşürebilir ama mutluluğunuza asla..!

Bütün güzel şeyler üstüste gelebilir bazen dedirtebilen tesadüfler yaşanır..

İnsanlarn vesikalık resimlerini çekerken hep "Gülümseyin" der fotoğrafçılar! Biz ise poz verebilmek adına gülmemek için kendimizi tutuyoruz ya da olduğumuzdan daha mutsuz gözükmeye çalışıyoruz.

Aklına gelen ilk fikirle, yanında bulabildiğin arkadaşlarınla, baharın ilk günlerinde, günün son demlerinde, iki bay iki bayan yanı biletiyle mutluluğa gitmek.
 Güzel şey..

13 Eylül 2010 Pazartesi

Aşkım



    Bugün bir iyilik yaptım birine... Süreci komik işleyen bir iyilik, şöyleki;
Bilen bilir heykeldeki Kafkas pastahanesi bursalıların meşhur buluşma yeridir. Bugün bir arkadaşımla buluşmak üzere beklerken telefonumu karıştırdıgım bir anda,
18-19 yaşlarında bir "deli"kanlı:
   - Abi bedava msjın varsa bir msj atabilir miyim?
   - Atalım tabi olur. Önce numarayı söyle istersen.
   -o531462.....
   - Ne yazalım?
   -Aşkım ben kafkastayım bekliyorum. Nerdesin?
İçimde kahkahalar atan, yüzünde müthiş bir ciddiyet olan ben ve yeni kankam beklemeye geçtik tabikide..
Çok geçmeden,
    -Bn orda qöremedm sni adliyeye qel ordym.
cevabını aldık.
İstediği cevabı elde eden kankam beni anında sattı tabiki.
Yalnız çocuk hızla uzaklaşırken ki son cümleleri şu oldu;
    -Eyvallah aşkım yazıversene abiiii...
Tam ilişkimiz sona erdi derken;
    -qelmymsn
diyince kız hala aynı yerde oturduğumu farkettim!

11 Eylül 2010 Cumartesi

Scrubs S01 E23 "My Hero"




Bence en evrensel insani duygulardan birisi
yalnızlık hissetmektir.

Asla bilemezsiniz ama
birçok insan da aynı
şeyi hissediyordur.

Belki sebep tamamen
terk edilmiş hissetmenizdir.
Belki de düşündüğünüz kadar
kendi kendinize yetemediğinizdir.

Belki de işleri farklı bir şekilde
halletmeniz gerektiğini bilmenizdir.

Belki de düşündüğünüz kadar
iyi olmadığınızı öğrenmenizdir.

Ne olursa olsun, o noktaya
geldiğinizde, başka seçeneğiniz yoktur.

Ya kendine acıma duygusu içinde
boğulabilirsiniz...
ya da kabullenip
devam edebilirsiniz.

Seçim size aittir.

10 Eylül 2010 Cuma




Uğur Emre:
*sen dinledin bikaç cümle bişey söyledin ya farkında olmadan çok şey yaptın
*çok fazla şey hemde
*benim şu anda saçımı okşayıp geçti hepsi
*sadece bir kabustu diyebilecek birine ihtiyacım var yanımda.
*belki annem belki çok yakın bi arkadasım belkide bambaşka biri
*ama hiçbiri yok işte
*bir çocuk kadar savunmasızım hayata karşı şu anda
*ve birçok zamanda oldugu gibi yine o galip geldi o kadar
*farklı hiçbirşey yok yani
  bilge/ninsun/setenay/minerva/mürşide=):
*hayatla savaşmayı bıraktığın an galip olan kalmayacak
*çünkü savaş olmayacak
*yüzmek gibi
*suya vurmayı bırak uğur
  Uğur Emre:
*peki neden her beni üzmek istediğinde başarılı oluyor
*bi savaş yoksa ortada neden hep o istediğini elde ediyor
  bilge/ninsun/setenay/minerva/mürşide=):
*mahallenin kabadayısı işte
*anca sapanla vursun kırsın
*sen arkanı dönüp gittiğinde o da başka kurban arayacak
*nedenini niçinini sorarsan daha çok yorulursun

9 Eylül 2010 Perşembe

Mike Portnoy

  Bu zamanda duyabileceğim en kötü haberi verdin bana Mike, seni ayakta alkışlıyorum. Hem seni sen yapanı hemde Dream Theater ı, Dream Theater yapan şeyi piç ettin. Progressive davulculuğuda metalcore tarzına sattın. Tüm deneysel müzik çalışmalarını elinin tersiyle ittin yerinde sayan yeniliksiz bir hiç için hemde.

Wednesday September 8th 2010

I am about to write something I never imagined I'd ever write:

After 25 years, I have decided to leave Dream Theater....the band I founded, led and truly loved for a quarter of a century.

To many people this will come as a complete shock, and will also likely be misunderstood by some, but please believe me that it is not a hasty decision...it is something I have struggled with for the last year or so....

After having had such amazing experiences playing with Hail, Transatlantic and Avenged Sevenfold this past year, I have sadly come to the conclusion that I have recently had more fun and better personal relations with these other projects than I have for a while now in Dream Theater...

Please don't misinterpret me, I love the DT guys dearly and have a long history, friendship and bond that runs incredibly deep with them...it's just that I think we are in serious need of a little break...

Dream Theater was always my baby...and I nurtured that baby every single day and waking moment of my life since 1985...24/7, 365...never taking time off from DT's never-ending responsibilites (even when the band was "off" between cycles)...working overtime and way beyond the call of duty that most sane people ever would do for a band...

But I've come to the conclusion that the DT machine was starting to burn me out...and I really needed a break from the band in order to save my relationship with the other members and keep my DT spirit hungry and inspired.

We have been on an endless write/record/tour cycle for almost 20 years now (of which I have overseen EVERY aspect without a break) and while a few months apart from each other here & there over the years has been much needed and helpful, I honestly hoped the band could simply agree with me to taking a bit of a "hiatus" to recharge our batteries and "save me from ourselves"...

Sadly, in discussing this with the guys, they determined they do not share my feelings and have decided to continue without me rather than take a breather...I even offered to do some occasional work throughout 2011 against my initial wishes, but it was not to be...

While it truly hurts for me to even think of a Dream Theater without Mike Portnoy (hell, my father named the band!!), I do not want to stand in their way...so I have decided to sacrifice myself and simply leave the band so as to not hold them back against their wishes....

Strangely enough, I just read an interview that I recently did that asked me about the future of DT and I talked about "always following your heart and being true to yourself"...sadly I must say that at this particular moment, my heart is not with Dream Theater...and I would simply be "going through the motions", and would honestly NOT be true to myself if I stayed for the sake of obligation without taking the break I felt I needed.

I wish the guys the best and hope the music and legacy we created together is enjoyed by fans for decades to come...I am proud of every album we made, every song we wrote and every show we played....

I'm sorry to all the disappointed DT fans around the world...I really tried to salvage the situation and make it work...I honestly just wanted a break (not a split)...but happiness cannot be forced, it needs to come from within....

You DT fans are the greatest fans in the world and as you all know, I have always busted my ass for you guys and I hope that you will stay with me on my future musical journey, wherever it may lead me....(and as you all know my work ethic, there will surely be no shortage of future MP projects!)

Sadly...
Your fearless ex-leader and drummer,
MP

En kısa zamanda geri dönmesi dileğiyle;

Mike Portnoy - Live Scenes From New York  (Finally Free solo performansı)


Dream Theater - Finally Free Drum Solo

Bir şarkı içinde davul solosunu bu kadar iyi senden başkası yapamayacağı gibi eminim sende başka hiçbir sound da kendini bu kadar iyi gösteremeyeceksindir.

Bu kötü haberi Dream Theater diğer üyleri ise şöyle açıklıyor;

DREAM THEATER PRESS RELEASE
Added on 09-08-2010

To all of our loyal fans and friends: It is with profound sadness -- regret -- we announce that Mike Portnoy, our lifelong drummer and friend, has decided to leave Dream Theater. Mike's stature in the band has meant the world to all of us professionally, musically, and personally over the years. There is no dispute: Mike has been a major force within this band.

While it is true that Mike is choosing to pursue other ventures and challenges, we can assure you that Dream Theater will continue to move forward with the same intensity -- and in the same musical tradition -- that you have all helped make so successful, and which is truly gratifying to us.
Fans and friends: File this episode under "Black Clouds and Silver Linings." As planned, we begin recording our newest album in January 2011, and we'll follow that with a full-on world tour. "The Spirit Carries On."

All of us in Dream Theater wholeheartedly wish Mike the best on his musical journey. We have had a long and meaningful career together. It is our true hope that he finds all he is looking for, and that he achieves the happiness he deserves. He will be missed.
 

8 Eylül 2010 Çarşamba

Something different..

      Her yeni güne bir öncekinden farklı bir düş iliştirmek güzel şey. Her yeni güne farklı bir renk vermek, mesela artık hafta başına pazartesi değilde sarı demek gibi ya da ne demek istiyorsak onu demek gibi.. Jean-Sebastien Monzani, bu video ile ne anlatmak istedi bilmiyorum ama ben bunu anladım ve bu anlamı çok sevdim..


Your secret from Jean-Sebastien Monzani on Vimeo.

2 Eylül 2010 Perşembe

Tehlikeli Oyunlar




...sokağa nasıl çıkılacağını bilmem mesela. bende hayat bilgisi zayıf albayım. bilge bunları bilir, bu bakımdan akıllıdır, birlikte olabilseydik insanlık çok yararlanacaktı bundan. yazık oldu. şimdi yanımda olsaydı böyle üşümezdim albayım; beni bir arabaya bindirirdi hemen. ben bunlara çabuk karar veremem albayım. kararsızlığımla yanımdakilerin canını sıkarım. hava da çok soğudu albayım, eve dönmek istiyorum. biliyor musunuz, bilge beni evde bekliyormuş gibi geliyor bana. yoksa eve dönmek istemiyorum. beni bekleyen yalnızlığı ve karanlığı istemiyorum. bilgeden akıllı olduğum halde neden bu duruma düştüm acaba? neden herkes benden kaçıyor albayım? yaşamasını bilmiyorum da ondan mı? bir dakika albayım karşıdan birileri geçiyor. kadını bilgeye benzettim; peki erkek kim? değilmiş....






-söyle evladım diye teselli ederdi annem beni. söyle de içine hicran olmasın. hicran oldu anne!


-şimdi ne kadar gözyaşı sağlanır bu sözlerden, ne kadar sigara dumanı, ne kadar ah!


-kafam cam kırıklarıyla dolu doktor. bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor anlıyor musun?



sevgili bilge,


bana bir mektup yazmis olsaydin, ben de sana cevap vermis olsaydim. ya da son bulusmamizda buyuk bir firtina kopmus olsaydi aramizda, ve bircok soz yarim kalsaydi, bircok mesele cozume baglanamadan buyuk bir ofke ve siddet icinde ayrilmis olsaydik da yazmak, anlatmak, birbirini seven iki insan olarak konusmak kacinilmaz olsaydi. sana, durup dururken yazmak zorunda kalmasaydim. butun meselelerden kactigim gibi uzaklasmasaydim senden de. insanlari, eski karima yapmis oldugum gibi, buyuk bir bosluk icinde birakmasaydim. kendimden de kaciyorum gibi beylik bir ifadenin icine dusmeseydim. bu mektubu cok karisik hisler icinde yaziyorum gibi basmakalip sozlere basvurmak zorunda kalmasaydim. ne olurdu, bazi sozleri hic soylememis olsaydim; ya da bazi sozleri hic soylememek icin kesin kararlar almamis olsaydim. sana diyebilseydim ki, durum cok ciddi bilge, aklini basina topla. ben iyi degilim bilge, seni son gordugum gunden beri gozume uyku girmiyor diyebilseydim. gercekten de o gunden beri gozume uyku girmeseydi. hic olmazsa arkamda kalan butun kopruleri yiktim ve simdi geri donmek istiyorum, ya da donuyorum cinsinden bir yenilgiye siginabilseydim. kendime, soyleyecek soz birakmadim. kuvvetimi buyutmusum gozumde. aslina bakilirsa, bu sozleri kullanmayi ya da boyle bir mektup yazmayi bile, ne sen ne ask ne de hicbir sey olmadigi gunlerde kendime yasaklamistim. sen, ask ve her seyin oldugu gunlerde boyle kararlar alinamazdi. yasamis birinin olu yargilariydi bu kararlar. simdi her satiri, bu satiri da neden yazdim? diyerek ofkeyle bir oncekine ekliyorum.

U.E.T. - herkesin kendi bilgesi var benimde olduğu gibi..!




Yıllarca "Tutunamayanlar"ın gölgesinde kalmış fikrimce Oğuz Atay'ın en güzel kitabıdır.

26 Ağustos 2010 Perşembe

Yazamadığını yazmak sanatı..

   Ben bugün çok yazmak istedim. Neyi, kimi bilmiyorum ama yaz diyor iç ses diye tabir ettikleri şey. Gel gör ki insan ne yazacağını bilemeyince yazamıyormuş hiçbirşey. "Yazınca kendini önemli hissetmek diye birşey varmış" düşünmemiştim üzerine hiç. Kendimi aldım karşıma sordum önemli misin diye? Cevap basit hayır. Peki yazmadan önce önemli hissediyor muydun? Cevap yine basit hayır. Zaten insanların yazdıklarımı önemsemediğinide biliyorum. Yanlış anlaşılsın istemem, sitem değil bu. Giriyorlar, çıkıyorlar, okuyorlar bakıyorum, görüyorum. Güzel ya da çirkin demiyorlar, yazdıklarımdan çok şeyler aldılar kendilerine belki. Belki de hiç almadılar bilinmez. Yazamadıklarımı da merak ediyor musunuz acaba yazamadıklarımı da gizliden gizliye okuyor musunuz?
    Yazamadığımı yazıyorum bunu anlıyor musunuz? Şimdi sussam sustuğumuda okur musunuz? Okudukça sizde susar mısınız? Tek merak ettiğim şey bu; sususşunuz sadece buraya yazdıklarıma mı yoksa yazamadıklarımada susuyor musunuz?
     Böyle olunca artıyor sorgularım kendime, diyorum ki çok mu kişisel yazdıklarım acaba? Size sorsam susarsınız yine saklanırsınız karanlığa. Görünmediğinizi sadığınız yerlere. Halbu ki en çok orda eleverirsiniz kendinizi!

     Siz sustukça yazamadıklarım var size? Size yazmıyorum bunları! Biliyorum okumuyorsunuz çünkü korkuyorsunuz! ya farkedersem birgün okuduğunuzu ya yakalarsam tam en güzel yerini okurken! Farkettim ki yazamadıklarımdan farksızsınız; ben ya okursanız diye korkuyorum, siz ya okuduğumuz  belli olursa diye korkuyorsunuz. Size ne kadarda yazamadığımı yazıyorum farkında mısınız?


Pınar Yüksel diyor ki; Farkların birbirine uyguladığı çekim, kuvvet, tutum. Bazen bir arada,bazen yakın,bazen sırt sırta birbirini görmeden.

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Herşeyde Bir Hayır Var

    Eğitim hayatım boyunca abimi kovalardım okul okul. Ben okula başladığımda kendisi ortaokuldaydı, ortaokula geçtiğimde liseye geçti, liseye başladığımda ise üniversiteyi kazandı ve biz hep aynı okullarda okuduk hiç birbirimiz görmeden. Liseye başlayana kadar yokluğunu hissettim abimin hep. Yani yokluğundan şikayetçi olmadığım tek eğitim kurumu liseydi. Lisedeyken beraber büyüyecek başka bir insan bulduğum için belki de daha doğrusu lisedeyken büyüyecek başka bir insanın beni bulmasındandır belki şikayetsizliğim.
     Birinci sınıftayken ben en arkada kocaman bir çocuğun yanında otururdum. Zaten çoğu zaman orda olduğum ya da olmadığım bile anlaşılmazdı bu büyüklük yüzünden. On dakikalık tenefüslerde beş dakikalık yol katedip sevdiğim insanları görmeye giderdim. Bu git geller arasında beraber büyüyeceğim insan tarafından farkediliyor oluşum, muzip bir şaka gibi şu an aklımda..

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Karşı değil karşın..

  Bugün bir halk protestosuna denk geldim. Gençler birşeylere çok şiddetli bir şekilde karşıydılar. Zaten bu sıralar herkes birşeylere karşı. Mesela; yurdum insanı tehlikenin farkında olduğundan AKP anayasasına karşı (HAYIRcılar), seksenlerde genç olanlar darbe anayasasına karşı (EVETçiler), çevre örgütleri yunus katliamına karşı, çarşı zaten herşeye karşı, Oktay Sinanoğlu beyin göçüne karşı, istanbullular üçüncü köprüye karşı, Klıçdaroğlu Tayyip'e karşı, Fatih Akın Duvara Karşı, amerika "nükleer silahlanmaya" karşı, Uludağ Üniversitesi Hukuk Bölümü Öğrencileri fakültelerinin Gemlik'te olmasına karşı, biz oturmuşuz akşamüstü denize karşı, sahur bile sabaha karşı.
   Bütün bu karşıtlıklar çözülür elbet diyebilmeyi çok isterdim ama pek samimi bir söylem olmazdı bu. Benim karşıtlığım keşmekeşliğe, bu çözümsüzlüğe sadece. Bir ortak yol bulsak ya artık. Birgünde bir haberde "Ahmet ile Mehmet bugün anlaşamadılar buna karşın tekrar biraraya gelmek için el sıkıştılar." dense ya! Artık birbirizmize karşı değilde karşın olsak ya!

Müzik blogun gıdası..

   Anladım ki müzik gerçektende bir yaşam biçimi hatta yaşamın ta kendisi ve yine anladım ki yeri ayrı olmalıymış. Anladığım anlaşılsın diye elimi çabuk tuttum ve müziğe dair blogumu hayata geçirdim cümleten hayırlı olsun.
   Zat-ı alimin müzikle alakalı yazılarına ilgi duyan var ise kendileri artık şu adresteler;
        http://ikinotabires.blogspot.com/
her daim bekleriz efendim.

    Not: Bu arada sessiz sedasız okuyup okuyup gidenler sanmayın ki farkında değilim okuduğunuzun. Bir eleştirin bir yeden yere vurun bir bişi deyin, birşey deyin ki nerde olduğumuzu bilelim. Belki bu sayede olduğumuz yerden biraz daha ileri gideriz.

20 Ağustos 2010 Cuma

Herşey Yerli Yerinde

    Bir insanın hayatında yer etmek iyi birşey mi kötü birşey mi hiçbir zaman bilemedim bunu. Çıksam gitsem o hayattan bir gün! kalır mı o yer öyle çıktığım gibi? yoksa yerine duvarlar mı örülür, kapatılır mı boşluğum? Bana benzer biri bulunurda, konulur mu yerime? Diyelim ki benim kadar candı o da peki ya kalıbı uydu mu boşalttıgım yere?
    Sadece insan değil, insan hayatında yer eden! Başka şeylerde var yeri dolmayan. mesela en sevdiğim pantolonun da yeri ayrı bende ona benzer pantolonlarım var evet ama onun kadar güzel değiller ve ben o pantolonu giydiğim gün kadar güzel hissetmiyorum kendimi hiçbir zaman. Birde müzik var mesela bazı şarkılar varya hani sende yeri farklı, sanki en kötü anında oturup sen yazmışcasına seni anlatan şarkılar. Yerine ne dinlesen seni anlatmaz şarkılar onlar.. Vakti zamanında yani lise sonda çok sevdiğim bir şarkı vardı; "Semisonic-Secret Smile" çok severdim. Üstünden çok zaman geçti unuttum. Sonra biri geldi dedi ki

Nobody knows it but you've got a secret smile
Hiç kimse bilmiyor ama gizli bi gülümsemen var

And you use it only for me
Ve onu sadece benim için kullanıyorsun

Nobody knows it but you've got a secret smile
Hiç kimse bilmiyor ama gizli bi gülümsemen var

And you use it only for me
Ve onu sadece benim için kullanıyorsun

So use it and prove it
Kullan onu ve de kanıtla(onun varlığını)

Remove this whirling sadness
Bu dönüp duran üzüntüyü yok et

I'm losing, I'm bluesing
Kaybediyorum, hüzünleniyorum

But you can save me from madness
Ama beni delilikten kurtarabilirsin

Nobody knows it but you've got a secret smile
Hiç kimse bilmiyor ama gizli bi gülümsemen var

And you use it only for me
Ve onu sadece benim için kullanıyorsun

So use it and prove it
Kullan onu ve de kanıtla(onun varlığını)

So save me I'm waiting
Böylece kurtar beni,bekliyorum

I'm needing, hear me pleading
İhtiyacım var, yalvarışımı duy

And soothe me, improve me
Ve beni yatıştır, beni geliştir

I'm grieving, I'm barely believing now, now
Acı çekiyorum, şu an sadece inanıyorum ki...

When you are flying around and around the world
Dünyanın etrafında dönüp dururken(uçarak)

And I'm lying alonely
Ve ben yalnız uzanırken

I know there's something sacred and free reserved
Biliyorum ki boş(kimse tarafından alınmamış) ve kutsal olan bi şey var

And received by me only
Ve sadece benim tarafımdan alınacak



o gün içinde bu şarkının geçtiği bir andı ve o anın yeri bende hiç dolmadı. Yerleri dolan anlar, şarkılar, insanlar, düşünceler, sevgiler olduğuna ya da olmadığına inanmıyorum.
   Hayatında yaşadığı en güzel anın, tanıştığı en güzel insanın, dinlediği en güzel şarkının yerlerini doldurmaya çalışan insanların olduğuna inanıyorum. Ve biliyorum ki sadece doldurduklarını sanıyorlar. Yaşlı insanların saçlarını boyaması gibi bu biraz. Yerlerini doldurdukları şeyler diplerinden çıkmaya başlıyor tekrar  ve bağırıyorlar biz burdayız diye. Ne kadar boyasanız nafile yine çıkacaklar işte kabul edin! güzel şeylerin üzerini kapatamazsınız. Eğer kapatabildiğinizi düşünüyorsanız aslında sandığınız kadar da güzel değilmiş anılarınız.
   Bırakalım herşey yerli yerinde, bazen yersiz, bazen yerli yersiz, bazense yerinde sizsiz kalsın.

17 Ağustos 2010 Salı

Hey Buddy..

      Buddy hepimizin bildiği ya da tahmin ettiği üzere arkadaş, en yakın dost demek. Dilimize ait olmamasına rağmen çok insanın fazlaca kullandığı bir kelime. O kadar ki Türk Silahlı Kuvvetlerinde (bizim kısaca askerlik diye tabir ettiğimiz yer) bile badi sistemi uygulanmaktadır. Bir çoğunuzun ya da birçok bayanın kendi kendine "nasıl yani" dediğini tahmin edebiliyorum. Neyse bu konuya az sonra açıklık getiricem. Birde çok amerikan filmi izleyen alternatif gençliğimizin kullanması var ki, duyduğumda en çok eğlendiğim tarzdır kendisi.
     Yolda hiphopçı bir yoldaşını gören sagocu gencimiz -hey buddy diye muhabbete girer ki akıllara zarar bir sahnedir. Bu tarz amerikan gençlik filmlerinden çalıntı selamlaşmalar gördükçe nedense aklımda hep
acaba yabancılarda türk filmlerinden etkilenip yolda gördüğü arkadaşına; "kardeşim nasılsın" diye selam veriyor mudur sorusu gelir.. Yapmazlardır heralde dimi? Ayrıca -hi buddy repliğindense -hi fellows 'ı tercih ederim o ayrı.
     Bir başka aklıma gelen buddy ise bütün dostları buluşturan ebuddy' dir ki oraya hiç girmesek yeridir. Zira msn listemin yarısı giderek on ebuddy 'leşiyor.
     Gelelim askerdeki badi sistemine; Türk Silahlı Kuvvetleri o kadar düşünceli bir kurumdur ki askeri, vatani görevini yaparken hiç yalnızlık çekmesin ister. Bu yüzdendir ki askere gider gitmez bir değil iki tane badi ayarlar askerine.. Hemen neden iki tane olduğunu anlatalım; onunda hikayesi şöyledir; benim düzenli ordum ranza sistemini çok sevdiğindendir öncelikle altlı üstlü yatan iki kişiyi birbirlerine badi yapar. Yapar ki yat içtiması alındığında (yatmadan önceki son mevcut sayımı) altında ki ya da üstündeki kayıpsa diğerinden hesap sorabilsin.. Sonra birde boy sırasına sokar beni komutanlarım, ozaman da arkalı önlü olanları badi yapar. Yapar ki sabah, öğle ve akşam içtimasında (her gün üç öğün yapılan rutin mevcut sayımları) arkasındaki ya da önündeki olmayandan hesap sorabilsin.. Bu sayede biz badilerimizi o kadar çok severiz ki hayatta g.tünden ayrılmayız, ayrılsakta o g.tün nerde olduğunu muhakkak ki biliriz.
    Biz işte böyle sevdik asker arkadaşlarımızı. Belki de bu yüzden unutulmaz asker arkadaşlıkları. ama yinede tüm askerlik anıları bu kadar neşeli olsa keşke demeden geçemiyor insan..
    Burdan yatak badim nam-ı değer O Goley Suat'a ve manga badim Ahmet Hocaya bolca selamı bir borç bilirim. Ulen askerde ne çektirdiniz bana be :)
  

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Acil Servis!

   Acil servis kelimeleri dışarıdan bakıldığında sanki bir fast food terimiymiş gibi geliyor insana. Halbu ki çok daha ehemmiyetli bir yer. Ben hayatımda bir kez acile gittim oda omuzum içindi, üzerinde doku ezilmesi varmış. Tabi ki bu teşhis iki hafta sonra çatlak denilene kadar geçerli oldu sadece. Anladığım kadarıyla o anda doktorun acil karar vermesi gerekiyordu ve buna karar verdi. Halbu ki diğer seçenek yani çatlak daha mantıklı gelmişti bana zira çektiğim acılara denk gelen ciddiyet onda vardı.



  
   Bu gece acil seviste babamın yanında dururken çok canım yandı. Anladım ki insanlar acı çekerken bende acı çekiyorum onlarla birlikte, tanımadığım insanların acılarını paylaşıyorum.

13 Ağustos 2010 Cuma

Yaramaz...

  Ben küçükken çok uslu bir çocuktum, en azından annem öyle diyor. Büyüyünce yaramaz oldum, küçükken çok işe yararmışım demekki! Kanımca yaramaz çocuk yoktur, aslına bakarsanız yararlı çocukta yoktur. Geçte olsa farkediyorum ki çocukların ne kadar haşarı yada uslu olduğunu anlatabilecek en saçma sıfatmış bu. Yaramaz yada yararlı! bir çocuktan yarar sağlamak gibi bir düşünceniz mi var yoksa?
  Eğer gerçek manasıyla kullanacak olursak hayatımın en yaramaz evresini geçiriyorum. Yaramazım evet fazlasıyla hem de. Ne kendime bir yararım var nede bir başkasına hatta şu aralar aileme fazlasıyla zararım bile var. Google diyor ki;  "ASALAK, bir canlının içinde ya da üzerinde sürekli ya da geçici olarak, onun zararına yaşayan başka canlı, parazit anlamına gelmektedir. Yani diğer bir deyişle başkalarının sırtından yaşamını sürdüren canlı demektir." Eğer bugün yazılmış bir sözlük olsaydı ailem asalak kelimesinin yanına eminim bknz. U.E.T. yazardı.
  Dün akşam biri ne kadarda çekilmez ve aksi biri olduğumu hatırlattı. Hatırlattığı diğer şeyler ise şöyle devam ediyor burnundan kıl aldırmayan, kaybetme korkusu olmayan, kelime oyunları oynamayı seven ve son olarak ne kadarda "Kaybeden" biri olduğum gerçekleriydi. Düşündüm ve aslında bütün bu sıfatlarla, küçükken olamadığım ve yirmibeşimde erişebildiğim "YARAMAZ"lığımdan bahsediyor. Evet kabul ediyorum aksi biriyim, evet kabul ediyorum alınganım, evet kabul ediyorum kocaman bir yaramazım.
   Bütün bunlar ışığında yinede bana teşekkür etmelisiniz. Ne de olsa bu yaramazlığım yüzünden kendinizi bu kadar yararlı buluşunuz. Size değer katıyorum değersizliğimle. İyi ki varsın demenize gerek yok çünkü bir asalak olarak sizsiz yapamazdım..

12 Ağustos 2010 Perşembe

bak yine sol elim o kalemde, sağ elim yırttığımı sandığın o resimde..

10 Ağustos 2010 Salı

Bir iskeleden çatı katına elimdeki kelimelerden iki cümle

Sunrise at Marmaris


   07.06.2009 ilk kez deniz karşısında güneşi karşıladığım gündür. aklımda nerden karşıma çıktığını anlayamadığım soida, elimde kelimeler.  cümle kurmakta zorlandığım anlar. belki karşımdaki görüntünün güzelliğinden belki de aklımdakinin bilemiyorum. kurabildiğim ilk iki cümleyi veriyorum soida'ya. tam olarak ne dediğimi hatırlamıyorum. zaten ne önemi var ki kurduğum cümlelerin çünkü ne hissettiğimi hatırlıyorum o anda. elimdeki kelimeler cümlelere dönüşüyor durmadan. kimisi çok anlamlı, kimisi anlamsız. ilk iki cümleden fazlasını söylemiyorum soida'ya. o uyusun istiyorum, dinlensin hayata karşı birazda olsa. ben ikimizin yerinede izliyorum gün doğumunu. gün doğumu sanki başka şeylerin doğumunu anlatır gibi bana, soida'ya. bense sadece gün doğumunu görmek istiyorum. yeni doğacaklardan korkuyorum çünkü. korkuyorum; çünkü ben beceremiyorum düşünceleri büyütmeyi, paylaşmayı. gün doğuyor, yüzüme vuruyor güneş. ben kalkıp giderken son kez dönüp bakıyorum arkama. arkamda hiçbirşey bırakmama ragmen! o an, üzeri beyaz örtülü boş masalarla dolu o iskeleye; 24.06.2009 da görüşürüz der gibi hissediyorum kendimi.

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Hey Sen!

   Hey sen! Ordasın biliyorum. Nasıl ve neden bilmiyorum ama ordasın işte. Oyunlar oynamayı, her zaman saklanmayı ya da bulanacaksan bile bunun en zor yoldan olmasını istediğini biliyorum ama dayanamıyorum işte anlasana! Bu sefer beni hiç yormadan ortaya çıksana. Hem istisnalar kaideyi bozmaz biliyorsun. Neden beni yormaktan hoşlanıyorsun? Sözüm güzel olan herşeye, beni yormaktan neden bu kadar çok hoşlanıyorsunuz?

2 Ağustos 2010 Pazartesi

At Gözlükleri

  Çok duyduk değil mi bu terimi hayatımızda. Bağnazlar kullandı kimi zaman günahtır etrafımıza bakmayalım diye, bir de kendi doğrularımızın ne kadar yanlış olduklarını görmeyelim diye kullandık, çünkü bizden daha doğrular var sağda solda. Aman dikkatli olalım görmeyelim bizden iyileri. Aslına bakarsanız çokta yanlış kullanmış sayılmayız. Yani atlara gözlük takmanın amacı nedir bir düşünelim; hayvanlara zaten sürekli yük vs. taşıtmak gibi bir eziyetimiz var, birde sağdan soldan hızla geçen arabalardan korkmasınlar diye gözlük takıyoruz değil mi? Evet biz kendimiz kullanırkende bu amaç için kullanıyoruz. Yani gerçeklerden korkmayalım diye kapatıyoruz sağımızı solumuzu.Kimilerimiz o kadar iyi beceriyor ki bunu! Yani o kadarda atlaşabiliyor ki akıl almaz yerlere koyabiliyor kendini bu sayede.

   Ben bir insan tanıdım hayatımda, çok değer verdim kendisine, gelgelelim çokta üzdüm onu ve kaybettim sonunda bu yüzden. Geçte olsa anlamıştım onun benim için "o" olduğunu. O ise geçte olsa anlamıştı benim onun için "o" olmadığımı. Bunu yapabilmesinin tek bir yolu vardı ve çok basitti. Bütün yanlışlarımı aldı önüne koydu ve sonrasında at gözlüklerini taktı. İyiye dair güzele dair ne varsa dışarda kaldı. Evet hepimiz kolayı seçiyoruz birşeyleri kaybedince ve takıyoruz at gözlüklerini, iyileri dışarda bırakıyoruz, kötüleri alıyoruz karşımıza. geriye tek birşey söylemek kalıyor. Ben ona diyorum "At Gözlükleri" siz anlayın.

30 Temmuz 2010 Cuma

Elektronik Posta

12.12.2009 - 16.05.2010 tarihleri arasının özetidir.

05.03.2010 Cuma 22.45

DEĞER – EDER - PAHA

Sana en kısa zamanda ulaşacak yazılı metnin mail olabildiğini henüz kavrayabildim. Gel gör ki mektubun daha samimi daha içten olduğu kanaatindeyim. O kadar ki bazen bir yamuk defter üzerinde yazılan yamuk yazı bile samimiyeti simgeleyebiliyor. Burada ki nizami yazı şekliyse daha resmileştiriyor özlemlerimizi, zaten aramızdaki büyük mesafe ve bir yüz görmekten yoksun olmak resmiyetin varlığını hatırlatmada bu kadar ısrarcıyken bir de bu soldan 3cm sağdan 2.5cm boşluklu yazılar fazla gelebiliyor insana.

Mektubunun hala elime geçmemiş olması giderek daha da korkutuyor beni korkum yazmamış olman değil mektubun hiç elime ulaşmayacak olması ihtimalinin giderek artmasından dolayı. Çünkü bilirim ki güzel yazarsın içinden geldi mi çok güzel şeyler yazarsın hem de. Öyle ki kimi zaman gözyaşlarımı tutamadığım günler olmuştu çok iyi hatırlıyorum. Her ne kadar burada çok duygulu bir kişilik olmak pek avantaj olmasa da dedim ya her asker ağlar nasıl olsa kimseye çaktırmadan. Beni burada görsen tanıyamazsın yüksek ihtimalle çünkü burada taş kalpli biri oldum birçok insana bağırıp çağırıyorum bile. Her ne kadar bunu hak ettiklerini bilsem bile üzülüyorum ardından ya da kızıyorum kendime bunu yaptığım için ama gerçekten anladım ki askerde işler böyle yürüyormuş. Daha önce yazdım mı bilmiyorum buradaki uzun dönemlerin hepsi benden küçük hepsi 89 doğumlu çocuklar ve daha gerçekten çocuklar. Bana ya “uğur abi” ya da “uğur çavuş” diye sesleniyorlar zaten. Bende onlara ağabeylik yapmaya çalışıyorum elimden geldiğince. Daha öncede dedim ya her şeylerinden ben sorumluyum zaten o yüzdende komutanlardan azar işitmesinler hatta kimi zaman dayak yemesinler diye bazen kızarak bazen bağırarak da olsa yapmaları gerekenleri hep söylüyorum. Gelgelelim çok kızıyorlar bana çok yükleniyorum onlara diye. Hal böyle olunca bende bir hafta ağzımı açmıyorum, söylemiyorum hiçbir şey. O zaman anlıyorlar onların iyiliği için kızdığımı çünkü o bir hafta için ya azar işitiyorlar ya da maalesef ki dayak yiyorlar. Bu yüzden sanırım seviyorlar beni azda olsa yani diğer çavuşlarına kıyasla. Çünkü diğer kısa dönem arkadaş sadece kendini kurtarma çabasında yani bana dokunmayan yılan bin yaşasıncı biraz. Elini taşın altına sokma, bu cahil çocuklara yardımcı olma, onları biraz bile olsa koruma kollama bilincinden çok uzakta. Zaten çoğu zaman komutan korkusundan ne yaptığını kendiside pek bilemiyor aslına bakarsan. Gelgelelim bu korku yüzünden beni de hep zor durumda bırakıyor o ayrı. Yani korkusundan komutanın yanına gidemediği için hep ben muhatap olmak zorunda kalıyorum e tabi bütün işlerde benim üzerine kalıyor.

Bu kadar asker sıkıntısı yeter diye düşünüyorum. Anladığım kadarıyla son on günü sıkıntılı geçen hayatına birde benim gereksiz asker sıkıntılarımı itelemeye gerek yok. Sabretme
konusunda ki müthiş teşhisine bir ekleme yapmak mümkün değil Söylenecek tek şey evet sabretmek çok zor şey hele ki burada. Çünkü orda işyerinde bazı şeylere çok canın sıkılıyor ve çoğu zaman başkalarının hatalarına sabretmeye çalışıyorsun bu çok zor biliyorum ama en azından saat beşten sonra gidip yarın saat sekize kadar bunlara bir ara verme şansın var yada sevdiğinin kollarına uzanıp dinlenme şansın ya da annenin kucağına yatabilme ya da ne biliyim istediğini yapabilme şansın. Bense burada sabretmeye hiç ara veremiyorum. Anneme koşamıyorum mesela ya da en yakın arkadaşıma gidip nelere sabrettiğimi anlatarak içimi boşaltabilecek şansı bulamıyorum. Sabretmek zor ise sabretmeye hiç ara veremeyenleri düşün belki o zaman biraz daha şanslı hissedersin kendini.

Ben den bana ulaşabileceğin bir numara istemiştin, bilseydim hiç aramayacağını ulaşmaya çalışmayacağını hiç vermezdim o numarayı. Bunu her zamanki sitemlerim gibi düşünme niye diye soracak olursan; birçok kişiye anlatmaya çalıştım hiç kimse anlamadı eminim ki bu psikoloji içine girmeden anlamayacaklarda! bu söylediklerim senin içinde geçerli. Burada insan sürekli bir bekleyiş içerisinde yani bir mektup bir telefon belki bir mail ya da facebook msjı. Buraya geldiğinden ne kadar az sevildiğini ya da ne kadar az merak edildiğini ya da tüm bunların tersi ne kadar sevildiğini vs ancak bu yollarla anlayabiliyorsun. siz bir numara istiyorsunuz, arayacakmış hissiyatı veriyorsunuz, biz bir kulağımızla tv dinlerken diğeriyle hiç gelmeyecek olan telefonunuzun çalmasını bekliyoruz. Siz ise belki oturup keyfinize bakıyorsunuz belki de gezip eğleniyorsunuz. İşte birilerinden telefon beklemekle birine telefon etmek arasında ki fark bu. Yanlış anlama neden aramadığını ya da arayamadığını az çok biliyorum tahmin ediyorum. Ancak sen dâhil kimsenin aklına maalesef bu ayrıntılar takılmıyor. Çünkü bunları anlayabilmek için bir dost sesi duymaya muhtaç kalmak gerekiyor ya da çok ince anlayışlı olabilmek ya da o arkadaşa çok değer vermek gerekiyor. Bütün bunlar bizi hep aynı sonuca götürüyor anlayacağın. o da; değer verdiklerinin gözünde aslında o kadar değerli olmadığın gerçeği. 10 haneli bir rakam çevirmek mi zor olan yoksa iki satır yazmak mı bilmiyorum sonuç olarak anlıyorum ki ne 10 hanelik rakam kadar ne de iki satır kadar değerin kalmıyor insan aklında.                                                   U.E.T.

Er mektubu görülmüştür.
08.01.2010
39. Mknz.P.Tug.K.lığı
İskenderun / HATAY

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Mucize Nağmeler



  Herkesin herşeyin tarzı var kendince. Kimisi kişiliğinin bir parçası haline getiriyor bu tarzları, kimisi yaşam tarzı haline. Bir de tarzsızlar var, güzel olanı seven sadece. Tarz adı altında kendini sınırlamamış, güzele kendini kapamamışlar. Yani en sevdiklerim. Farkettim ki kendimi onlardan biri olarak görüyorum artık. Ne mutlu bana! Bir gün önce sinemada çoğunun çocuk filmi diye elinin tersiyle ittiği, Avatar: Son Hava Bükücü' yü koltugumda çivili bir şekilde izlerken, bir sonraki akşam fasıl eşliğinde rakı balık masasında buluyorum kendimi. Eskiden hep neden diye sorarken bazı şeylere, bugün neden olmasın diyorum.. Bakarsınız bundan sonra mutlu olabilirim yoktan bi sebeple. Neden olmasın dediğinizi duyar gibiyim...


           

(Bu sofraya da beraber oturduk, nicesinde de yine sen ol isterim)

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Yalnızlık



yalnızlık.


her kimliğe doğuştan yazılı tek uğraşıdır insanın bir yaşama sırasında

tek sermayesi, sahip olduğu tek şeydir

kıymetini bilmelidir, dedi.

yalnızdır insan

hep kalabalıklara karışma telaşı bundandır.

kalabalık yalnızlıklar, yalnız kalabalıklar oluşur, şehir şehir ülke ülke.

kalabalık arttıkça artmaktadır yalnızlık da.

insan bir ölümü istemez, bir de ondan beter bir yalnızlığı

ama ikisi de muhakkak gelir başına bir yalnız yaşama sırasında.

ölümün değil ama yalnızlığın bir tek çaresi var, dedi.

tek çaresi aşktır bir yalnız yaşama sırasında nefes almanın

aşk da zaten iki yalnızın ortak bir yalnızlıkta buluşmasıdır, dedi

aşık olun!

gösterin birbirinize yalnızlıklarınızı

nasılsa ayrılık insanın tek kişilik yalnızlığını özlemesi.

sade ölüm değil, ayrılık da yaşamın emri..



evet söyledi

ya da ben duydum

duyduğuma göre elbet bir ses söyledi bu söylendikçe usulen söylenir olan sözleri.

evet duydum söyledi

her duyduğumda ağladım

pek çok ağlayışım sırasında duydum.

kalbim tutanak tuttu duyduklarıma

soruldu, dedi, cevap alındı

yaşamak, dedi, tek marifetiniz -biraz özen gösteriniz.

zulüm kimse zalimlik yapmayınca biter -mazlumlar dahil, dedi.

ama yapmayın, o daha bir çocuk, dedi tanrı..



ya gördüm neyleyim

insanlar vardı duvarın içinde.

ya ben hep duvara konuştum

ya da duvar değil konuştuğum, içinde insanlar var.

nedense beni anlasın istedim içinde insan olan duvarlar.

bilmiyorum,

belki de ben gerçekten delirdim

onlar haklı belki de.

içinde değil duvarların insanlar

sadece arasındalar..



(Yılmaz Erdoğan'ın kaleminden "Bana Bir Şeyhler Oluyor" adlı oyunun sonundaki müthiş Altan Erkekli yorumlu tiraddır.)

24 Temmuz 2010 Cumartesi

Sizi ciddiyete davet ediyorum.

Zamanın birinde demiştim ki "hayat ne kadar yorsada beni hala gülebiliyorum ne iyi ama hayatı hep ciddiye almak lazım ne kötü!" Bugün öğrendim ki hayatı, herkesi ve herşeyi ciddiye almak lazımmış. Çünkü günün birinde birileri ya da bişeyler tarafından ciddiye alınmadığınızı öğrenmek acıtabiliyor birçok yerinizi.

'' başkalarını mühim bulmayanlar, bir gün kendilerini de mühim bulmayanlarla karşılaşacaklardır, fakat bu hakikat, onların mühim bulmamış olduklarının mühim olduğu manasına da gelmez...''

23 Temmuz 2010 Cuma

Daha ne kadar oyunlar oynanmalı?


Bülent Ortaçgil & Zuhal Olcay - Oyuna Devam (Turkcerock.net)



Hep oyunlarla büyüdük ya, oyunsuz yapamaz olduk hayatımızın hiçbir evresinde. Büyüdükçe ciddileşti oyunlarımız. Ama ilk göz ağrımız olan evcilikten hiç bıkmadık! Her yeni ilişkide yeni roller belirledik kendimize, kimisinde prenses olduk, kimisinde kül kedisi olduk, bazen kurbağa olduk prenses bekledik. Çoğunda bütün o güzel öpücüklere prense dönüşmek gibi bir karşılık bile veremedik. Evcilik oyunlarımıza kimseyi dahil etmedik ama! Yani oyunlarımızda hiç yan rol yoktu, olmamalıydı da. Halbu ki eksiktik böyle. Yani iki kişilik oyun olmazdı ki nereye kadar giderdi böyle? Birisiyle oturup karşılıklı ne kadar tavla oyanayabilirdik mesela. Oyunun adı evcilik bile olsa iki kişi sıkılırdı tek başına, biz hiç göremedik bunu ama biliyorum ya sen istedin bunu ya da o. Yani iki kişide yalnız kalmayı istemez ki!.  Birimiz diğerine oyun oynadı yani dediki " biz yalnız güzeliz ". Hayır kimse yalnızken güzel değil. Biz farkettik ama üzerimizden oyunlar oynandığını; yani onun bize oyun oynadıgını anlamak ne kadar zor olabilird ki! "Ben yalnız biz olalım istemiyorum", "oysa o; hep yalınz olalım istiyor." ve sonuç olarak biz yalnızız. Evet, evet o kazanıyor haklısın. Kendi kurduğu oyunda kendi kendini yeniyor ve bu böylece sürüyor. Bir evcilik oyunu içinde, bir ego oyunu ve bolca kandırmaca. Oyunlar hiç bitmiyor.

   Kurbağada olsak, kül kediside ya da prens, prenses hepimiz birer oyuncuyuz. Ya kendi oyunumuzda ya da başkalarının oyunlarında ve hepimiz kaybediyoruz oyunlarda. Kabul edelim  küçükken güzeldi bu oyunlar çünkü akşam ezanı okununca biterdi tüm oyunlar. kimse uzun süreli üzülmezdi. Daha ne kadar oyun oynamalı, hep kaybeden bizken?

4 Temmuz 2010 Pazar

ne iyi ne kötü!

Zaman kavramının ne denli göreceli olduğunu unuttuğumu farkettim geçen bi haftada. Oturdum muhasebesini yaptım bir pazar günü geride kalan haftanın. P.ertesi bunu yaptım salı bunu yaptım çarşamba bunu şunu yaptım. Bir sürü şey saydım kendimce sanki bir ömürlük iş yaptım. Gelgelelim bir hafta geçti altıüstü. Bu pazar günü üç beş pazar geçirmiş kadar yorgunum halbuki. Bu yorgunluk yaptıklarımdan mı yoksa yapamadıklarımdan mı kaynaklanıyor onu bilemiyorum işte. Yoksa yorgunluğum hayatımın ne yöne gittiğini bilmediğimden mi kaynaklanıyor. ama hala gülebiliyorum; ne iyi. gelgelelim hayatı hep ciddiye almak lazım; ne kötü!

26 Haziran 2010 Cumartesi

Yeterlilik



   Küçükken biri demiştiki bana büyüyeceksin büyüdüğünü anlamadan ve yine dedi ki bazen kalabalıklaşacaksın, bazense ıssızlaşacak ama ikisinde de ne yapacağını bilemeyeceksin. Çoğu zaman iki durumdada şikayetçi olacaksın. Bazen kalabalıktan sıkılıp yalnızlaşmak isteyeceksin yani kalbalıklar içinde yalnızlık isteyeceksin. Bazende yalnızlıklıktan sıkılıp ilk gördüğün kişiye sarılacaksın, kalabalıklaşmak için yine.
Ben ne kalabalık istiyorum ne de yalnızlık resimdekiler yeter bana. (25 Haziran 2010'da bir yaş daha yalnızlaştım)

17 Haziran 2010 Perşembe

DOST

Ötesi mutluluk olan seydir özlem.
varken uzen, dusunduren. Bittiginde mutlu eden sey!
Ben dun ozlem denen seyi yendim.
Varliginin kiymetini, bir yillik yoklugunda cok daha iyi anladim jankie.

15 Haziran 2010 Salı

Geride kalan ilk karalama..

İlk kez mi yazıyorum? - Evet
Neden mi yazıyorum? - Bilmiyorum
Yazmalı mıyım? - Bazen evet.


Bugün yazmalı mıyım? - Evet; yani ne olmadığımı ya da neler olamayacağımı anladığım ilk günü yazmalıyım. Başka zamanlarda da bugünü yazarım belki kimbilir..

- Merhaba blog
- Merhaba U.E.T.

Derdi kendi ile olana derviş, Sevdiği ile olana mecnun diyorlar. Derdi varoluşsal olana ne dendiğini bilmiyorlar. Anlıyorum ki derdi derin o...