26 Ağustos 2010 Perşembe

Yazamadığını yazmak sanatı..

   Ben bugün çok yazmak istedim. Neyi, kimi bilmiyorum ama yaz diyor iç ses diye tabir ettikleri şey. Gel gör ki insan ne yazacağını bilemeyince yazamıyormuş hiçbirşey. "Yazınca kendini önemli hissetmek diye birşey varmış" düşünmemiştim üzerine hiç. Kendimi aldım karşıma sordum önemli misin diye? Cevap basit hayır. Peki yazmadan önce önemli hissediyor muydun? Cevap yine basit hayır. Zaten insanların yazdıklarımı önemsemediğinide biliyorum. Yanlış anlaşılsın istemem, sitem değil bu. Giriyorlar, çıkıyorlar, okuyorlar bakıyorum, görüyorum. Güzel ya da çirkin demiyorlar, yazdıklarımdan çok şeyler aldılar kendilerine belki. Belki de hiç almadılar bilinmez. Yazamadıklarımı da merak ediyor musunuz acaba yazamadıklarımı da gizliden gizliye okuyor musunuz?
    Yazamadığımı yazıyorum bunu anlıyor musunuz? Şimdi sussam sustuğumuda okur musunuz? Okudukça sizde susar mısınız? Tek merak ettiğim şey bu; sususşunuz sadece buraya yazdıklarıma mı yoksa yazamadıklarımada susuyor musunuz?
     Böyle olunca artıyor sorgularım kendime, diyorum ki çok mu kişisel yazdıklarım acaba? Size sorsam susarsınız yine saklanırsınız karanlığa. Görünmediğinizi sadığınız yerlere. Halbu ki en çok orda eleverirsiniz kendinizi!

     Siz sustukça yazamadıklarım var size? Size yazmıyorum bunları! Biliyorum okumuyorsunuz çünkü korkuyorsunuz! ya farkedersem birgün okuduğunuzu ya yakalarsam tam en güzel yerini okurken! Farkettim ki yazamadıklarımdan farksızsınız; ben ya okursanız diye korkuyorum, siz ya okuduğumuz  belli olursa diye korkuyorsunuz. Size ne kadarda yazamadığımı yazıyorum farkında mısınız?


Pınar Yüksel diyor ki; Farkların birbirine uyguladığı çekim, kuvvet, tutum. Bazen bir arada,bazen yakın,bazen sırt sırta birbirini görmeden.

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Herşeyde Bir Hayır Var

    Eğitim hayatım boyunca abimi kovalardım okul okul. Ben okula başladığımda kendisi ortaokuldaydı, ortaokula geçtiğimde liseye geçti, liseye başladığımda ise üniversiteyi kazandı ve biz hep aynı okullarda okuduk hiç birbirimiz görmeden. Liseye başlayana kadar yokluğunu hissettim abimin hep. Yani yokluğundan şikayetçi olmadığım tek eğitim kurumu liseydi. Lisedeyken beraber büyüyecek başka bir insan bulduğum için belki de daha doğrusu lisedeyken büyüyecek başka bir insanın beni bulmasındandır belki şikayetsizliğim.
     Birinci sınıftayken ben en arkada kocaman bir çocuğun yanında otururdum. Zaten çoğu zaman orda olduğum ya da olmadığım bile anlaşılmazdı bu büyüklük yüzünden. On dakikalık tenefüslerde beş dakikalık yol katedip sevdiğim insanları görmeye giderdim. Bu git geller arasında beraber büyüyeceğim insan tarafından farkediliyor oluşum, muzip bir şaka gibi şu an aklımda..

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Karşı değil karşın..

  Bugün bir halk protestosuna denk geldim. Gençler birşeylere çok şiddetli bir şekilde karşıydılar. Zaten bu sıralar herkes birşeylere karşı. Mesela; yurdum insanı tehlikenin farkında olduğundan AKP anayasasına karşı (HAYIRcılar), seksenlerde genç olanlar darbe anayasasına karşı (EVETçiler), çevre örgütleri yunus katliamına karşı, çarşı zaten herşeye karşı, Oktay Sinanoğlu beyin göçüne karşı, istanbullular üçüncü köprüye karşı, Klıçdaroğlu Tayyip'e karşı, Fatih Akın Duvara Karşı, amerika "nükleer silahlanmaya" karşı, Uludağ Üniversitesi Hukuk Bölümü Öğrencileri fakültelerinin Gemlik'te olmasına karşı, biz oturmuşuz akşamüstü denize karşı, sahur bile sabaha karşı.
   Bütün bu karşıtlıklar çözülür elbet diyebilmeyi çok isterdim ama pek samimi bir söylem olmazdı bu. Benim karşıtlığım keşmekeşliğe, bu çözümsüzlüğe sadece. Bir ortak yol bulsak ya artık. Birgünde bir haberde "Ahmet ile Mehmet bugün anlaşamadılar buna karşın tekrar biraraya gelmek için el sıkıştılar." dense ya! Artık birbirizmize karşı değilde karşın olsak ya!

Müzik blogun gıdası..

   Anladım ki müzik gerçektende bir yaşam biçimi hatta yaşamın ta kendisi ve yine anladım ki yeri ayrı olmalıymış. Anladığım anlaşılsın diye elimi çabuk tuttum ve müziğe dair blogumu hayata geçirdim cümleten hayırlı olsun.
   Zat-ı alimin müzikle alakalı yazılarına ilgi duyan var ise kendileri artık şu adresteler;
        http://ikinotabires.blogspot.com/
her daim bekleriz efendim.

    Not: Bu arada sessiz sedasız okuyup okuyup gidenler sanmayın ki farkında değilim okuduğunuzun. Bir eleştirin bir yeden yere vurun bir bişi deyin, birşey deyin ki nerde olduğumuzu bilelim. Belki bu sayede olduğumuz yerden biraz daha ileri gideriz.

20 Ağustos 2010 Cuma

Herşey Yerli Yerinde

    Bir insanın hayatında yer etmek iyi birşey mi kötü birşey mi hiçbir zaman bilemedim bunu. Çıksam gitsem o hayattan bir gün! kalır mı o yer öyle çıktığım gibi? yoksa yerine duvarlar mı örülür, kapatılır mı boşluğum? Bana benzer biri bulunurda, konulur mu yerime? Diyelim ki benim kadar candı o da peki ya kalıbı uydu mu boşalttıgım yere?
    Sadece insan değil, insan hayatında yer eden! Başka şeylerde var yeri dolmayan. mesela en sevdiğim pantolonun da yeri ayrı bende ona benzer pantolonlarım var evet ama onun kadar güzel değiller ve ben o pantolonu giydiğim gün kadar güzel hissetmiyorum kendimi hiçbir zaman. Birde müzik var mesela bazı şarkılar varya hani sende yeri farklı, sanki en kötü anında oturup sen yazmışcasına seni anlatan şarkılar. Yerine ne dinlesen seni anlatmaz şarkılar onlar.. Vakti zamanında yani lise sonda çok sevdiğim bir şarkı vardı; "Semisonic-Secret Smile" çok severdim. Üstünden çok zaman geçti unuttum. Sonra biri geldi dedi ki

Nobody knows it but you've got a secret smile
Hiç kimse bilmiyor ama gizli bi gülümsemen var

And you use it only for me
Ve onu sadece benim için kullanıyorsun

Nobody knows it but you've got a secret smile
Hiç kimse bilmiyor ama gizli bi gülümsemen var

And you use it only for me
Ve onu sadece benim için kullanıyorsun

So use it and prove it
Kullan onu ve de kanıtla(onun varlığını)

Remove this whirling sadness
Bu dönüp duran üzüntüyü yok et

I'm losing, I'm bluesing
Kaybediyorum, hüzünleniyorum

But you can save me from madness
Ama beni delilikten kurtarabilirsin

Nobody knows it but you've got a secret smile
Hiç kimse bilmiyor ama gizli bi gülümsemen var

And you use it only for me
Ve onu sadece benim için kullanıyorsun

So use it and prove it
Kullan onu ve de kanıtla(onun varlığını)

So save me I'm waiting
Böylece kurtar beni,bekliyorum

I'm needing, hear me pleading
İhtiyacım var, yalvarışımı duy

And soothe me, improve me
Ve beni yatıştır, beni geliştir

I'm grieving, I'm barely believing now, now
Acı çekiyorum, şu an sadece inanıyorum ki...

When you are flying around and around the world
Dünyanın etrafında dönüp dururken(uçarak)

And I'm lying alonely
Ve ben yalnız uzanırken

I know there's something sacred and free reserved
Biliyorum ki boş(kimse tarafından alınmamış) ve kutsal olan bi şey var

And received by me only
Ve sadece benim tarafımdan alınacak



o gün içinde bu şarkının geçtiği bir andı ve o anın yeri bende hiç dolmadı. Yerleri dolan anlar, şarkılar, insanlar, düşünceler, sevgiler olduğuna ya da olmadığına inanmıyorum.
   Hayatında yaşadığı en güzel anın, tanıştığı en güzel insanın, dinlediği en güzel şarkının yerlerini doldurmaya çalışan insanların olduğuna inanıyorum. Ve biliyorum ki sadece doldurduklarını sanıyorlar. Yaşlı insanların saçlarını boyaması gibi bu biraz. Yerlerini doldurdukları şeyler diplerinden çıkmaya başlıyor tekrar  ve bağırıyorlar biz burdayız diye. Ne kadar boyasanız nafile yine çıkacaklar işte kabul edin! güzel şeylerin üzerini kapatamazsınız. Eğer kapatabildiğinizi düşünüyorsanız aslında sandığınız kadar da güzel değilmiş anılarınız.
   Bırakalım herşey yerli yerinde, bazen yersiz, bazen yerli yersiz, bazense yerinde sizsiz kalsın.

17 Ağustos 2010 Salı

Hey Buddy..

      Buddy hepimizin bildiği ya da tahmin ettiği üzere arkadaş, en yakın dost demek. Dilimize ait olmamasına rağmen çok insanın fazlaca kullandığı bir kelime. O kadar ki Türk Silahlı Kuvvetlerinde (bizim kısaca askerlik diye tabir ettiğimiz yer) bile badi sistemi uygulanmaktadır. Bir çoğunuzun ya da birçok bayanın kendi kendine "nasıl yani" dediğini tahmin edebiliyorum. Neyse bu konuya az sonra açıklık getiricem. Birde çok amerikan filmi izleyen alternatif gençliğimizin kullanması var ki, duyduğumda en çok eğlendiğim tarzdır kendisi.
     Yolda hiphopçı bir yoldaşını gören sagocu gencimiz -hey buddy diye muhabbete girer ki akıllara zarar bir sahnedir. Bu tarz amerikan gençlik filmlerinden çalıntı selamlaşmalar gördükçe nedense aklımda hep
acaba yabancılarda türk filmlerinden etkilenip yolda gördüğü arkadaşına; "kardeşim nasılsın" diye selam veriyor mudur sorusu gelir.. Yapmazlardır heralde dimi? Ayrıca -hi buddy repliğindense -hi fellows 'ı tercih ederim o ayrı.
     Bir başka aklıma gelen buddy ise bütün dostları buluşturan ebuddy' dir ki oraya hiç girmesek yeridir. Zira msn listemin yarısı giderek on ebuddy 'leşiyor.
     Gelelim askerdeki badi sistemine; Türk Silahlı Kuvvetleri o kadar düşünceli bir kurumdur ki askeri, vatani görevini yaparken hiç yalnızlık çekmesin ister. Bu yüzdendir ki askere gider gitmez bir değil iki tane badi ayarlar askerine.. Hemen neden iki tane olduğunu anlatalım; onunda hikayesi şöyledir; benim düzenli ordum ranza sistemini çok sevdiğindendir öncelikle altlı üstlü yatan iki kişiyi birbirlerine badi yapar. Yapar ki yat içtiması alındığında (yatmadan önceki son mevcut sayımı) altında ki ya da üstündeki kayıpsa diğerinden hesap sorabilsin.. Sonra birde boy sırasına sokar beni komutanlarım, ozaman da arkalı önlü olanları badi yapar. Yapar ki sabah, öğle ve akşam içtimasında (her gün üç öğün yapılan rutin mevcut sayımları) arkasındaki ya da önündeki olmayandan hesap sorabilsin.. Bu sayede biz badilerimizi o kadar çok severiz ki hayatta g.tünden ayrılmayız, ayrılsakta o g.tün nerde olduğunu muhakkak ki biliriz.
    Biz işte böyle sevdik asker arkadaşlarımızı. Belki de bu yüzden unutulmaz asker arkadaşlıkları. ama yinede tüm askerlik anıları bu kadar neşeli olsa keşke demeden geçemiyor insan..
    Burdan yatak badim nam-ı değer O Goley Suat'a ve manga badim Ahmet Hocaya bolca selamı bir borç bilirim. Ulen askerde ne çektirdiniz bana be :)
  

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Acil Servis!

   Acil servis kelimeleri dışarıdan bakıldığında sanki bir fast food terimiymiş gibi geliyor insana. Halbu ki çok daha ehemmiyetli bir yer. Ben hayatımda bir kez acile gittim oda omuzum içindi, üzerinde doku ezilmesi varmış. Tabi ki bu teşhis iki hafta sonra çatlak denilene kadar geçerli oldu sadece. Anladığım kadarıyla o anda doktorun acil karar vermesi gerekiyordu ve buna karar verdi. Halbu ki diğer seçenek yani çatlak daha mantıklı gelmişti bana zira çektiğim acılara denk gelen ciddiyet onda vardı.



  
   Bu gece acil seviste babamın yanında dururken çok canım yandı. Anladım ki insanlar acı çekerken bende acı çekiyorum onlarla birlikte, tanımadığım insanların acılarını paylaşıyorum.

13 Ağustos 2010 Cuma

Yaramaz...

  Ben küçükken çok uslu bir çocuktum, en azından annem öyle diyor. Büyüyünce yaramaz oldum, küçükken çok işe yararmışım demekki! Kanımca yaramaz çocuk yoktur, aslına bakarsanız yararlı çocukta yoktur. Geçte olsa farkediyorum ki çocukların ne kadar haşarı yada uslu olduğunu anlatabilecek en saçma sıfatmış bu. Yaramaz yada yararlı! bir çocuktan yarar sağlamak gibi bir düşünceniz mi var yoksa?
  Eğer gerçek manasıyla kullanacak olursak hayatımın en yaramaz evresini geçiriyorum. Yaramazım evet fazlasıyla hem de. Ne kendime bir yararım var nede bir başkasına hatta şu aralar aileme fazlasıyla zararım bile var. Google diyor ki;  "ASALAK, bir canlının içinde ya da üzerinde sürekli ya da geçici olarak, onun zararına yaşayan başka canlı, parazit anlamına gelmektedir. Yani diğer bir deyişle başkalarının sırtından yaşamını sürdüren canlı demektir." Eğer bugün yazılmış bir sözlük olsaydı ailem asalak kelimesinin yanına eminim bknz. U.E.T. yazardı.
  Dün akşam biri ne kadarda çekilmez ve aksi biri olduğumu hatırlattı. Hatırlattığı diğer şeyler ise şöyle devam ediyor burnundan kıl aldırmayan, kaybetme korkusu olmayan, kelime oyunları oynamayı seven ve son olarak ne kadarda "Kaybeden" biri olduğum gerçekleriydi. Düşündüm ve aslında bütün bu sıfatlarla, küçükken olamadığım ve yirmibeşimde erişebildiğim "YARAMAZ"lığımdan bahsediyor. Evet kabul ediyorum aksi biriyim, evet kabul ediyorum alınganım, evet kabul ediyorum kocaman bir yaramazım.
   Bütün bunlar ışığında yinede bana teşekkür etmelisiniz. Ne de olsa bu yaramazlığım yüzünden kendinizi bu kadar yararlı buluşunuz. Size değer katıyorum değersizliğimle. İyi ki varsın demenize gerek yok çünkü bir asalak olarak sizsiz yapamazdım..

12 Ağustos 2010 Perşembe

bak yine sol elim o kalemde, sağ elim yırttığımı sandığın o resimde..

10 Ağustos 2010 Salı

Bir iskeleden çatı katına elimdeki kelimelerden iki cümle

Sunrise at Marmaris


   07.06.2009 ilk kez deniz karşısında güneşi karşıladığım gündür. aklımda nerden karşıma çıktığını anlayamadığım soida, elimde kelimeler.  cümle kurmakta zorlandığım anlar. belki karşımdaki görüntünün güzelliğinden belki de aklımdakinin bilemiyorum. kurabildiğim ilk iki cümleyi veriyorum soida'ya. tam olarak ne dediğimi hatırlamıyorum. zaten ne önemi var ki kurduğum cümlelerin çünkü ne hissettiğimi hatırlıyorum o anda. elimdeki kelimeler cümlelere dönüşüyor durmadan. kimisi çok anlamlı, kimisi anlamsız. ilk iki cümleden fazlasını söylemiyorum soida'ya. o uyusun istiyorum, dinlensin hayata karşı birazda olsa. ben ikimizin yerinede izliyorum gün doğumunu. gün doğumu sanki başka şeylerin doğumunu anlatır gibi bana, soida'ya. bense sadece gün doğumunu görmek istiyorum. yeni doğacaklardan korkuyorum çünkü. korkuyorum; çünkü ben beceremiyorum düşünceleri büyütmeyi, paylaşmayı. gün doğuyor, yüzüme vuruyor güneş. ben kalkıp giderken son kez dönüp bakıyorum arkama. arkamda hiçbirşey bırakmama ragmen! o an, üzeri beyaz örtülü boş masalarla dolu o iskeleye; 24.06.2009 da görüşürüz der gibi hissediyorum kendimi.

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Hey Sen!

   Hey sen! Ordasın biliyorum. Nasıl ve neden bilmiyorum ama ordasın işte. Oyunlar oynamayı, her zaman saklanmayı ya da bulanacaksan bile bunun en zor yoldan olmasını istediğini biliyorum ama dayanamıyorum işte anlasana! Bu sefer beni hiç yormadan ortaya çıksana. Hem istisnalar kaideyi bozmaz biliyorsun. Neden beni yormaktan hoşlanıyorsun? Sözüm güzel olan herşeye, beni yormaktan neden bu kadar çok hoşlanıyorsunuz?

2 Ağustos 2010 Pazartesi

At Gözlükleri

  Çok duyduk değil mi bu terimi hayatımızda. Bağnazlar kullandı kimi zaman günahtır etrafımıza bakmayalım diye, bir de kendi doğrularımızın ne kadar yanlış olduklarını görmeyelim diye kullandık, çünkü bizden daha doğrular var sağda solda. Aman dikkatli olalım görmeyelim bizden iyileri. Aslına bakarsanız çokta yanlış kullanmış sayılmayız. Yani atlara gözlük takmanın amacı nedir bir düşünelim; hayvanlara zaten sürekli yük vs. taşıtmak gibi bir eziyetimiz var, birde sağdan soldan hızla geçen arabalardan korkmasınlar diye gözlük takıyoruz değil mi? Evet biz kendimiz kullanırkende bu amaç için kullanıyoruz. Yani gerçeklerden korkmayalım diye kapatıyoruz sağımızı solumuzu.Kimilerimiz o kadar iyi beceriyor ki bunu! Yani o kadarda atlaşabiliyor ki akıl almaz yerlere koyabiliyor kendini bu sayede.

   Ben bir insan tanıdım hayatımda, çok değer verdim kendisine, gelgelelim çokta üzdüm onu ve kaybettim sonunda bu yüzden. Geçte olsa anlamıştım onun benim için "o" olduğunu. O ise geçte olsa anlamıştı benim onun için "o" olmadığımı. Bunu yapabilmesinin tek bir yolu vardı ve çok basitti. Bütün yanlışlarımı aldı önüne koydu ve sonrasında at gözlüklerini taktı. İyiye dair güzele dair ne varsa dışarda kaldı. Evet hepimiz kolayı seçiyoruz birşeyleri kaybedince ve takıyoruz at gözlüklerini, iyileri dışarda bırakıyoruz, kötüleri alıyoruz karşımıza. geriye tek birşey söylemek kalıyor. Ben ona diyorum "At Gözlükleri" siz anlayın.

Aşkın Tarifleri

Size aşkı tarif edeyim mi? Aşk eşittir tüm sevgi ile bağdaştırdıklarınız!  Aşk, sizin tüm umutsuzluğunuz Ve aşk sizin tüm umudunuz! Ve üzgün...