27 Aralık 2014 Cumartesi

Dün, bugün, yarın!

Yarın biter, bugün başlar!
Her yarın, ertesi gün geldiğinde bugün olur.
Bugünler yarın geldiğinde dün olur!

Dün kurduğun hayal yarın kırılır!
Yarın olsun istediğin, ertesi gün yok olur.
Var olduğun her gün içine dert olur.

Git dediğin her gün kalır!
Kal dediğin her gün gider!
Dön dediğin kendi mutluluğuna, git dediğin başkasının mutluluğuna sarılır!




19 Aralık 2014 Cuma

  Eve yedek kulübesi alayım diyorum. Salona. Otururum öyle yedek kulübesinde, salonu izlerim. Güzel olur bence böyle bir şey. Yedek kamil gibi takılırım öyle. Nerede hata yaptığımı düşünürüm. Neden bir türlü olmadığını, ama yine de her şeye rağmen ümit etmekten vazgeçmediğimi öyle bakar bakar düşünürüm. Battaniye de atarım üstüme..."

Alpay Erdem

12 Aralık 2014 Cuma

Bak "Dinlenesi Ritimler"e size özel çok güzel bayan vokalli liste yaptım, dinleyin onları hep.

Not: Dinlenesi ritimler. yandaki groovesharkta hazırlanmış müzik listesidir :)

11 Kasım 2014 Salı

Bana bir mutluluk borcun olsun.

  Yani şimdi öylece çekip gidecek misin?
  Ama daha..
  Yani biz ..
  Ya verilmiş sözlerimiz?
  Veya birikmiş borçlarımız?

  Gözlerinin içinde görüyorum gitmeye hazır değilsin henüz.
  Henüz hazır değilsin sensizliğe, bu zamansız yarım kalmalara.
  Hem kim nasıl "ben gidiyorum!" diyebilir ki diğer yarısına. Bir diğer kendisine!

  Hayır hayır sen de en az bizim kadar kalıyorsun!
  Ama gittiğini sanmakta serbestsin.
  Ne sen, ne ben, ne de biz hiç bir yere gidemeyiz!
  Bizim cümlelerimizin özneleri tekil şahıslara çevrilemez!

  Bütün bunlara rağmen şimdi öylece çekip gidecek misin?
  Ama daha sevecektik birbirimizi.
  Yani biz kalabalıklar içinde tek başımıza ne yaparız ki?


  Ya verilmiş sözlerin?
  Veya birikmiş borçların?
 

 

6 Kasım 2014 Perşembe

Boşluk

Sanem Hanım. Sanem.

 Evlen benimle Sanem. Kadınım ol benim. Yaşadığım tüm acıları, yaptığım bütün kötülükleri, pişmanlıklarımı, hatalarımı akla. Başına çiçekten taçlar yapayım, sana şiirler yazayım, seni her gece masallar anlatarak uyutayım. Bazı akşamlar DVD’de film seyredelim seninle. Birlikte hüzünlenelim, birlikte gülelim. Sanat galerileri gezelim. Sen benden daha çok anla modern sanatı. Gördüğümüz eserlerin ne anlama geldiğini açıkla bana, ben başımı sallayayım. Ah ben ne aptalmışım! Nasıl olup da varlığından kuşkuya düşmüşüm? Oysa hayat denen bu yaranın seni bulmak dışında ne anlamı olabilirdi ki? Bak şimdi her sey ne kadar açık görünüyor oysa. İlk görüşte aşka inanırsın, değil mi Sanem? Evet, çok doğru. Ben de başka türlüsüne inanmam zaten. Biliyor musun Sanem, ben seni hep severim. Her gün daha çok severim. Bak mesela pencerenin önüne bir kuş konar ben seni severim, bir tren yolculuğunda pencereden dışarı bakarken derme çatma bir ev gözüme çarpar ben seni severim, burnuma eskilerden, hangi uzak hatıraya ait olduğunu bir türlü çıkaramadığım bir koku çarpar ben seni severim, kafama kuş sıçar ben yine seni severim… Anlıyor musun beni? Sonra ben bazen biraz fazla kıskanç olabilirim. Diyelim yazlık bir yere gitmişizdir de, bir akşam sen çok hoş bir tunik giymişsindir, oradaki bütün erkekler bayılır sana, hemen aşık olur. Ben mesela tunik nedir onu bile bilmeden kıskançlıktan çatlayabilirim böyle bir durumda. Ama belli etmem. Ama sen yine de sezersin. Öyle bir laf edersin ki ben, benden başka hiç kimseye bakmayacağını anlarım. O kadar da incesindir. Bir de bir iyilik rica edeceğim senden. Gözlerine o elem ifadesini yükleyen alçağın adını söyle bana. Söyle ki, ona hemen düello şahitlerimi göndereyim. Silah seçimini o yapsın. Evet. Utanarak kabul ediyorum ki, bunu bir yerde okudum. Ama ne fark eder? Bütün şiirler, romanlar senin için yazılmadı mı zaten? Şarkılar senin için söylenmedi mi? Masumların kanı senin için akmadı mı? Ruhum hep seni aradı benim Sanem. Hep seni arar. Milyonlarca yıl geçsin, sistemler çöksün, güneşler patlasın benim ruhum seni arar. Ve biliyor musun Sanem, bulur da. Şimdi bulduğu gibi bulur. Seni seviyorum. Seni seviyorum. Seni seviyorum.


Aşağı yukarı böyle şeyler düşünüyordum işte. Oysa sadece saçma bir biçimde sağ elimi kaldırıp şöyle diyebildim: “Selam!”

—Gizliajans - Alper Canıgüz

17 Ekim 2014 Cuma

O.K.E.K.

  Meseleler! Her daim çözüm bekleyen, nadiren çözülebilen, çoğunlukla can sıkan münakaşa topluluğu.

  Derler ki dert bir kişiliktir mesele iki kişilik!
  Belli ki mesele haline getirdiğimiz bütün dertler birbirine bitişik!
  Zaten dert dediğin tek başına çekilir biter,  meseleyse iki kişi arasında büyür gider.
  Belli ki mesele dediğin şey de iki insanın aynı derde sahip olması.

  Olay "Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim." değil artık, Bana meseleni söyle sana arkadaşını söyleyeyim!  

  Mesele dediğimiz bir matematik konusu olsaydı eğer, dertlerimizi ortak paydada toplar çözerdik hemen.
  Bir de matematik zor derler!
  Gel gelelim hala günlük hayatımızda işe yaramıyor gerçekten de.
  Çünkü biz ortak paydalarda buluşamıyoruz!
  Ortak katlarımızın en küçüğü bile egolarımızdan küçük kalıyor.

  

  

  

  

24 Eylül 2014 Çarşamba

Bu geçip gitmeler ne demek oluyor?

24.09.2014
Konuya girmeden önce size tam yazı okurken dinlemelik yeni bir şarkı listesi yaptım. Yandan dinleyin onu pişman olmazsınız.

  Terk edilmişlik üzerine konuşalım biraz. Terk edildiğini fark etmekte gecikmişliğe daha sonra geçeceğim. Çünkü hangisinin daha hüzünlü olduğunu kestiremiyorum. Bir de çok acı çektiğim halde bu acıları hissedemiyor oluşumu kestiremiyorum.  O zaman soruları biraz daha zorlaştıralım. Hissetmediğim şeyin acı olduğunu nereden biliyorum?

  Canım yanıyor olmalı , canımın yaşadığı bu vücudun bir yerlerinde elbet bir yerlerinde canım yanıyor olmalı! Her insanın hayatının önemli bir kısmını tamamen işgal eden , bununla beraber hayatının geri kalan tamamının da temel yapı taşı olması muhtemel şey çekip gidiyorsa eğer canı yanmalıydı. Bu acıyı hissetmiyor olması canının yanmadığı anlamına mı gelmeliydi? Belkide böyle şeyler anlamsız kalmalıydı! Aslında acının hiç bir anlamı olmamalıydı.

  Peki! Biraz daha zorlaştıralım soruları: Hissetmediğin bir acıyı nasıl dindirirsin? Bana sorarsanız bunun tek bir yolu var; o da yerine daha başka belkide daha büyük acılar koymak. Terk edilmişliğini, zaman geçtikçe yalnızlığının acısını unutturacak daha büyük acılar. Hissedemediğimiz can yakan küçük acılar yerlerini büyüklerine bıraktıkça kayboluyor . Geçip gidiyorlar sanırım ya da kalıp saklanıyorlar. Bir güzel görselle kapatalım bu konuyu;

Bu geçip gitmeler ne demek oluyor?


14 Ağustos 2014 Perşembe

  14 Ağustos'ta 25 Haziran isimli doğum günümden bahsetmek istemiyorum. Halbuki girizgah buna çok müsait.  Bu sene doğum günüm ile alakalı bir yazı paylaşmayacağımı sandığınızı umuyorum. Bu cümleyi anlayabilene de TDK anlayış nişanı vereceğim. Sanrılarınız pek tabi yeniden yanıltıyor sizi.

Yazamıyorum...

 

1 Ağustos 2014 Cuma

  Yaşlanmak için çok gencim! Genç yaşta yaşlanmak kimseye yakışmıyor. Bir de kilo almak! Kendim aldım oradan biliyorum. Sanırım bu yüzden genç yaşımda yaşlanıyorum.

  Sizce insan hissettiği yaşta mıdır? Yoksa o yaşta hissettikleri kadar mıdır? İnsan neden yaşlanır veya insan niye gençleşmez? Belki de doğru olan Benjamin Button'ın yaşadığıdır. Kim bilir? İnsan beyni dünyaya boş bir levha olarak gelmemeli.Çünkü o zaman hayatı dolu dolu yaşayamaz. Ne diyorum ben Allah aşkına! Diyorum ki bir şeyleri tecrübe ederek öğrenmek mi daha zor yoksa gerçekleri unutmak mı? Tecrübelendikçe büyüdüğümüzü, unuttukça da yaşlandığımızı iddia ediyorlar. Unutmak ya da unutabilmek büyük yetenek aslında sırf bu yüzden bunu yapabilene yaşlı denemez, denmemeli!

  Demem o ki yaş hissedilmez, his tecrübeleşmez, tecrübe unutulmaz. Siz çok kilo almayın yeter.

6 Nisan 2014 Pazar

Böyle olmasını istemezdim ama hep olurdu. Dünyanın bütün kızılderilileri yenilir, Spartaküs kaybeder, gün batarken sararır, kuşlar döner, Sadri Alışık denilen hergele, her filminde ağlardı. O ağladıkça ben de ağlardım. Nedenimi bilmez ağlardım. Ağladıkça Sadri'ye kıl kapar gıcık olurdum. Üçüncü şahıs olarak kalışına, hep gidici kadınları sevişine, bu gidiciliklerin bir mecburiyet gibi duruşuna, Sadri'nin bu mecburiyetlere, giden kişinin özgürlüğü olarak bakıp, ona ihanet etmemek için kendine ihanet edişine.

Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku

İlhami Algör

5 Nisan 2014 Cumartesi

"Şefkatlice içelim." bu burada dursun.

Şefkat?
TDK anlamı değil ama!
Şefkat deyince hissettiğin anlam.
-Bana şefkat göster!
-Şefkatlice sarıl bana.
Böyle "bugün beni çok sev." der gibi.
Biraz çok sev gibi.
Biraz ama!

Bizi bilirsin. Bizi işte yahu!
Biz birine" beni çok sev "diyemeyiz.
Utanırız!
Biraz sevsene beni. deriz ya da diyebiliriz.
Sevmeyene isyanı bile "ne olur biraz fazla sevsen" diye sevimli ederiz.

Sevimli miyiz, neyiz?

Sahi neyiz?

Neşesi çalınmış neşesizler?
-Belki.

Neşe çalan neşesizler?
-Sanki.

Neşelileri sevmeyen neşesizler?
-Kıskanç gibi.


Herkese keyiften, bize kederden içir. Kimine gereğinden fazla neşe, kimine haddinden fazla kibir. İçine de birazcık sabır.

Bugün bizi bu hale getirenlere acıyarak içelim. Öyle güzel üzülelim ki üzdüklerine pişman olmasınlar. Bugün öyle çok içelim ki öyle çok unutalım ki pişman etmeyelim bizi üzenleri.

Bugün şefkatlice içelim. İçelim ki acıyarak sevmek neymiş görsün tüm neşe çalan neşesizler.


Not: Şefkat sözlüklerde “acıyarak ve/veya koruyarak sevme, sevecenlik” olarak tanımlanır.






Derdi kendi ile olana derviş, Sevdiği ile olana mecnun diyorlar. Derdi varoluşsal olana ne dendiğini bilmiyorlar. Anlıyorum ki derdi derin o...